20 Eylül 2012 Perşembe

Ayaklarımı Yerden Kaldırın ki, Yüksekten Dünyayı Daha İyi Göreyim -1


Bu Bir Halide Edib Yazısıdır 

En başta hemen belirtmek istediğim bir nokta var sol aşağıda gördüğünüz silahlı resmi Halide Edib'in İngilizce Wikipedia sayfasından buldum sayfada henüz bir şey yazılmamış ama İngiliz algısında ülkesi için savaşırken temsil edilen bir Halide varken Türkiye'de mandacı diye öğretilen bir Halide olması ne ilginç ve de yazık değil mi? 

Daha dünkü yazımda uzun süre yazamam diyordum, ta ki az önce Halide Edib’in  The Turkish Ordeal’ın da yukarıda başlık olarak kullandığım sözleri görünceye kadar. O anıyla tekrar yüzyüze gelince kendimi bir kez daha bilgisayar başında buldum. Aslında Halide Edib, uzun bir süredir yazmayı istediğim bir konuydu ancak, ben onla ilgili okumaya öyle bir gömüldüm ki kendimi bir türlü dünyaya döndüremedim. Üstelik hakkında anlatılacak milyonlarca şey varken yazıyı nasıl kısa tutarım sorusu da hep yazmaktan alıkoydu. Övgünün en büyüğü beni Halide ile tanıştıran İpek Çalışlar’a, Çalışlar ortaya öyle bir eser koymuş ki en iyi benim diyen tarihçi bile yanına yaklaşamaz. Halide’ye gelince Çalışlar’ın da dediği gibi O “biyografisine sığmayan bir kadın”  Ama yine de bir yerden başlamak gerek o yüzden en iyisi en baştan başlamak:

II. Abdülhamit döneminde sarayda çalışan babası sayesinde maddi anlamda sıkıntısız büyüyen Halide Edib, babasının çift eşli olması, Amerikan kız kolejine gitmesi, ufak yaşta, farklı ırk ve din mensuplarından farklı dil, din, kültür, ve eğitim almış olmasından ötürü çocukluğu kafa karışıklığı içinde geçmiştir. Ancak ileriki yıllarda dünya çapında sözü geçen bir entelektüel olmasını sağlayan da çocukluğunda içinde bulunduğu bu kültür karmaşası olmuştur. Amerikan kolejine gidiyor olması Sultan II. Abdülhamid’i rahatsız edince Sultan Abdülhamid, Halide’ye özel irad çıkararak Halide’nin  okula gitmesini yasaklar. Ancak o yılmaz ve gizliden gizliye gitmeye devam eder. Hocası Filozof Rıza Tevfik’e hayran olan Halide daha sonra matematik hocası olacak olan Salih Zeki ile evlenir ve ondan iki çocuk sahibi olur. Salih Zeki ömrü boyunca aşık olduğu tek adam olmasına rağmen, bu evlilik Halide’yi her anlamda tüketir, bu evliliğin üzerine yazdığı Handan isimli romanındaki şu cümle tükenmişliği ile birlikte kocasına ve evliliğine duyduğu hayal kırıklığını da  net şekilde ifade etmektedir “senin basit dediğin beni çocuk çobanı yapan hayattır”. Salih Zeki Halide’nin üzerine ikinci eşi alınca Halide kocasından boşanır. Boşandıktan sonraki süreç Halide’nin daha profesyonel yazmaya başladığı dönem olur ve Handan gibi Sinekli Bakkal,Türk’ün Ateşle İmtihanı gibi önemli eserlerini bu evlilikten sonraları ortaya koyar. O zamanlar romanlar dergilerde tefrika edildiğinden Halide geniş edebiyat çevrelerince tanınan ve üstelik hayranlıkla takip edilen bir yazar haline gelir. Bu arada II. Abdülhamit İttihatçılar tarafından devrilince Halide, kadın hakları için peşinden sürüklediği kadınlarla pek çok girişimde bulunur . Ancak kısa sürede görecektir ki İttihatçılar da umduğu gibi çıkmayacaktır. (Gerçi İttihatçılar tüm eleştirilerine rağmen ona önem verecek ve hatta Cemal Paşa Ermeni Olayları sonrası onu Libya’ya götürecek ve Ermeniler’in siyasi alanda yıllardır Türkiye’ye saldırmasına sebep olan  Ayn Tura yetimhanesindeki olaylar esnasında da yetimhanenin başında olacaktır. Ama tüm bu savaş, sürgün, ve sonrasında ki Libya Günleri ciddi anlamda intihar etmeyi istediği çok ama çok acı yıllar olmuştur. Çalışlar’ın da dediği gibi o aslında karanlık çöl gecesinde ışık çiçekleri gibi görünene yıldızları toplamak istemişti) nitekim kısa süre sonra ülke dünya savaşına girecek, savaştan yenik çıkacak ve hatta ülke işgal edilecektir. Bunun üzerine Halide Edib, Sultan Ahmet’te binlerce kişinin katıldığı bir konuşma yapacaktır. İngilizler bu konuşmaya engel olmak için uçaklarıyla Sultan Ahmet üzerinde alçak uçuş yapacak ancak yine de konuşmaya engel olamayacaklardır.

Can güvenliği olmadığı dönemlerde yurt dışına yollana Halide bir seferinde İngiltere’ye yollanmış, aylarca meşhur matematikçi ve düşünür Bertrand Russell’ın evinde kalmıştır. Ancak parasının tükenmeye başladığı günlerde ailesinden haber de alamayınca intihar etmeye karar vermiş fakat beklediği haberin gelmesiyle son anda vazgeçmiştir. Bertrand Russel Halide’nin Türk olması hasebiyle onu ilk gördüğünde uzun uzun Türkçe konuşmuş ancak Russel’ın konuşmasından hiçbir şey anlamayan Halide, “lütfen İngilizce konuşunuz hiçbir şey anlamıyorum” deyince Russell Türkçe’yi okuyarak öğrendiğini fakat nasıl konuşulduğunu bilmediğini ve hiç duymadığını söylemiştir.
Güvenlik tehlikesi ortadan kalkınca ülkesine geri dönen Halide Edib, İstanbul 16 Mart 1920 günü işgal edilene kadar Mustafa Kemal’in en şöhretli ve ehil ajanı olarak çalışmış, işgal sonrası işgale karşı çare aramak adına kurulan tüm örgütlerin faal üyesi olmuştur. Ve hatta Anadolu’ya silah ve insan kaçıran bu illegal örgütlenmelerin  faal yöneticisi durumundadır. Amerikan Koleji’nde okuduğu için Amerikalılarla arası daima iyi olan Halide Edib, başkan Wilson’un da sağ kolu olan milyarder Crane ile yakın dost olmuştur. Canı  daima tehlikede olduğundan oğullarını Crane’in gözetimi altında yurt dışına okumaya yollamış ve hatta masraflarını da Crane karşılamıştır. Mustafa Kemal, Halide’nin Amerikalılarla olan iyi ilişkisini milli mücadele lehine kullanmış, Halide’yi yazıcı bir katip olarak kullanarak Amerika’nın bu konuda tarafsız kalmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçtikten sonra Halide “ben İstanbul’da kalmam cepheye gider savaşırım” diyerek yeni evlendiği eşi Adnan Adıvar ile birlikte (gerçi ayrı ayrı olsa da )İstanbul’dan ayrılıp M. Kemal’in yanına gitmiş, ve tüm savaş boyunca sabahtan akşama kadar kendisinden istenen yazıları yazıp yollamış, bazen gecelerce çeviriler yapmış. Yunus Nadi ile birlikte milli mücadelenin propaganda kısmının eksik olduğunu düşünerek ajans açmaya karar vermiş, ve isim anneliği yaptığı ajans onun sayesinde Yunus Nadi tarafından  Anadolu Ajansı olarak açılmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder