27 Şubat 2016 Cumartesi

Sosyal Medya Hırsızlığı Derken Yine Kadın Yazısı Oldu Bu !


Yazın habercisi olsa da her ilk baharda yaklaşık 1 ay süren bir gribal enfeksiyon yaşadığımdan yazı nasıl çok sevmiyorsam ilkbaharı da aynı derecede sevmiyorum. Neredeyse 2 haftadır aralıklı olarak griple mücadele içindeyim, hele geçen hafta aksırıp tıksırmaya başlayıp yanına yüksek ateş de eklenince arkadaşımızın "sen bu hale nasıl geldin, ben geçen hafta seni iyileştirmedim mi? Yatacaksın, parmağını bile kaldırmayacaksın yoksa ..." diye başlayan tehditlerinden ötürü bu sefer sesimi çıkartmayıp sadece yattım. Çünkü bir hafta önce de "tam 5 gün yatıp ev işi dahi yapmayacaksın" demiş ben de sesim çıkmadığından "tamam" anlamında kafamı sallamış sonra da önce evi temizlemiş, ardından yemek pişirmiş, ertesi bir kaç gün okula gidip kütüphaneye girmiş, arada belge okumuş, hatta spora bile gitmiştim. Çünkü sadece sesim yoktu,
onun dışında her yanım çok iyiydi ama bu sefer cidden yıkılmış haldeydim. Değil iş yapmak bilgisayarımı bile açamadım, ben de bu can sıkıcı yatma fasıllarında telefondan internete girip, bu yıl katılacağım bir iki davet için elbise bakmaya koyulmuştum ki beni neredeyse hayrete düşüren bir paylaşım buldum. Solda bir defileden gördüğünüz fotoğraf, Walter Mendez isimli bir modacının defilesinden bir kare, üstelik eski bir paylaşım değil yani oldukça yeni bir defile. Şimdi bunda şaşırtıcı olan ne mi, anlatayım, bundan 2-2,5 sene önce bir yere katılacaktım, nasıl bir şey giysem diye uzun bir araştırma yapmış, bir şey beğenmeyince işi tasarım olan profesyonel bir isme danışıp elbiseyi ona yaptırmıştım. Ve yaptığı yani giydiğim elbise fotoğraftaki elbisenin birebir aynısı, bırakın renklerini, orantılarını, desenleri yerleştirdiği yere kadar her şeyi  aynı, yalnız ben göğüs dekoltesini çok bulduğumdan dekolteyi yükseltmesini istemiştim, O ise elbiseyi daha sonra tekrar satacağından (ben diktirip kiralamış gibi oluyordum yoksa 7-8 bin lira daha vermem gerekiyordu ki bu tür elbiseler zaten bir kere giyilir bir daha ki davette farklı giyersiniz ) buna karşı çıkmıştı. Bunun üzerine ben de elbisenin üzerine elbise ile aynı renklerde (bir tane siyah bir tane pudra pembe ) omuzlardan hafif aşağıda, dar bir file yaptırmıştım, böylelikle hem göğüs dekoltesi göze batmaz olmuş hem de çok daha zarif bir hava vermişti. Hatta o zaman tasarımcının çizdiği saç modeli bile defiledeki çizimle birebir aynıydı yani krapeli ve açık bir modeldi, ancak ben fileyi eklediğimden açık saçı dağınık topuza çevirmiş, topuzun altına siyah bir aksesuarla sade bir toka çizmiştim(altta elle çizilmiş olan eskiz bana ait, tasarımcının ki değil, bilgisayardan arayıp buldum), tasarımı yapan kişi de file dolayısıyla dağınık topuz fikrini onaylayarak saça göre de şık bir aksesuar vermişti. Sanıyorum sosyal medyanın en kötü taraflarından biri bu, her şeyin çok hızlı çalınabiliyor olması. Facebook hesabımı kapatmamdaki etkenlerden biri de buydu aslında, çünkü facebook sürekli kendi kendine ayar değiştiriyor, ben takip etmediğimden gizli sandığım resimlerin herkese açık olduğunu uzun süre fark etmiyordum. İşin kötü tarafı arkadaşlık siteleri gibi siteler bu tür açık kanallardan otomatik olarak fotoğraf alıyor, ama siz hesabı komple kapatınca o da resmi göremediğinden resmi bir daha gösteremiyor. Yani yakınen tanıdığınız pek çok kişinin her hangi bir arkadaşlık sitesinde başka bir isimle resmini görürseniz şaşırmayın ve emin olun ki şahsın bundan haberi bile yoktur.    

Fotoğrafların çalınması bir tarafa, işin emek(elbise) kısmına gelince, burada beni olumsuz etkileyen bir durum olmasa da (çünkü ben tasarımcı değilim, evet arada kıyafet çizip diktirdiğim doğru, ya da çıkacak bir koleksiyon için fikir verip bazı çizimler yaptığım oldu, vaktim olsa yine yaparım çünkü eğlenceli) ama benimki profesyonel bir iş değil, ama başkasının da olsa birinin emeğini çalmak bunu koleksiyonda gösterip kendinize aitmiş gibi satmak çok yanlış, çünkü fotoğrafı gördükten sonra Walter Mendez'in yayınladığı parçalara baktığımda bu elbisenin pek çok rengini yaptığını gördüm.Ve bence çok da satacak bir model, çünkü cidden çok zarif gösteriyor üstelik zayıf olsanız bile balık bir model olduğundan muhteşem bir görüntü sağlıyor. Ve aslında yine sosyal medyanın gücü ve küreselliği sayesinde bunun bir başkasına ait olduğunu biliyoruz. Parçaların hepsini inceledim hiç birinde file üst yoktu, bu demek oluyor ki bu kıyafet benden sonra giyen kişinin üstünde görülmüş, yoksa parçalardan birine muhakkak o file eklenirdi. Üstelik de yakın bir zamanda görülmüş. 

Yazı bayanlara yönelik bir yazı gibi de oldu, elbise, saç aksesuari filan bari başlamışken bir iki sorunun cevabını da vereyim. Bu 3-4 günlük yatış döneminde can sıkıntısından bazı eski albümleri karıştırırken 3 gün önce doğum günü olan arkadaşıma jest yapmak için onunla olan fotoğraflardan bir ikisini alıp hesaplarıma profil resmi yaptım,(güzel arkadaşım iyi ki doğmuş) bir kaç tanesini de instagramdan yayınlayınca arkadaşlardan "cildin nasıl pürüzsüzmüş" yorumu aldım aslında değil, ve bu da son zamanlarda kadınların çok tartıştığı bir konuya götürüyor bizi. Doğallık ve makyaj ikilisi, dudak kremi ve rimel sürmeyi kadınlar makyajdan saymadığı için onların deyimi ile ben makyaj yapmayan bir insanım, gerçekten de öyle çünkü makyaj yapmaya bir başlandı mı yalnızca surata 5 kat sürülüyor, krem, baz, fondoten, pudra,allık göz zaten ayrı bir dünya(krem, kapatıcı, kalem, rimel, sürme, far)  benim ne tüm bunları sürmeye ne de akşam olunca çıkarmaya ömrüm yetmez. Ama nadiren  özel bir yere katılacaksam yapıyorum. O zaman da makyajımı kendim yapmışsam eğer, insanlar yüzümde(fondoten, pudra, baz vb) hiç bir şey olmadığını ve yüzümün kusursuz göründüğünü düşünüyor. Aslında değil. İşin hemen hilesini söyleyeyim, hani hep bahsettiğim sağlıklı beslenme var ya her şey onunla ilgili aslında, önem verdiğim ve göz önünde olacağım bir yere katılacaksam eğer katılacağım tarihten tam 1 ay önce beslenme kampına giriyorum. Günde 1,5 litre su, evde sağlıklı beslenme, kızartma ve abur cuburdan uzak durup ekstra olarak bol dereotu, havuç, yoğurt ve her gün muhakkak 1 elma yiyorum. Bunun dışında ben zaten yıllardır sabah kalktığımda ve akşam yatmadan önce (makyaj yapmamama rağmen) temizleyici köpük - tonik - krem üçlüsüyle suratımı yıkayıp ardından gözenekleri sıklaştırıyorum. Göz altlarının çöküp şişmemesi için, düzenli şekilde uyuyorum, makyaj yapma kısmına gelince, yüzüme yalnızca yüz temizleme sonrası sürdüğüm kremim ile ardından ekstra olarak CC krem sürüyorum. Eskiden CC krem yoktu onun yerine fondotöne krem karıştırırdım. Artık BB ve CC'ler çıktığı için fondotönüm çöpte. Bahsettiğim beslenme düzeni + Krem + CC Krem = Renkli ve kusursuz bir surat, yani Elçin Sangu'nun yüzüne kavuşmanız hayal değil. Hafif bir allık da sürdüğünüzde yüzünüzde hiçbir şey yok gibi durur. Burada ürün reklamı yapmak huyum değil ama yine de önermeden geçemeyeceğim. Ben yaklaşık 12 yıl önce suratımda farklı bir ilacın yan etkisi olarak sivilcelerle tanışınca ve hiç bir şeyle geçiremeyince Clinique ile tanışmıştım. O zamanlar fondotönünü almıştım çünkü sivilceyi yok ettiğini iddia ediyordu, 12 yıl önce dünyada böyle bir ürün, imkan yoktu. Alıp kullandığımda cidden geçiriyordu ancak dermatolojik etkisi daha ağır bastığından diğer fondotönlere göre kalın bir yapısı vardı suratımda sürdüğümde koca bir katman oluyordu bu yüzden ben dışarıda gezerken değil evde otururken sürüyordum. Sonra zamanla Clinique'in tüm ürünleri hayatıma girmeye başladı, temizleyicileri, kremleri, rimelleri hatta artık parfümü de tek kusuru çok pahalı olmasıydı. Tabi zamanla Clinique da ürün olarak kendini çok fazla geliştirdi, öyle ki bugün doktorlar özellikle yurt dışında reçete ile bu ürünü yazar hale gelmişler. Ayda bir cilt bakımına gidiyorum ilk gittiğim zaman güzellik uzmanı suratımı inceledikten sonra "yaşıma göre cildimin sağlıklı ve çok iyi" olduğunu söylemişti, hangi ürünü kullandığımı sorduğunda "Clinique" cevabını verince, "sakın bırakma, çok iyi bir ürün" demişti. Şimdi dermatolojik etkisinin yanında makyajda da kusursuz hale geldiler. Kusursuz göründüğümü söyledikleri zaman suratımda (altında krem de var tabi) Clinuque CC Krem oluyor, ayrıca ben ruj kullanmıyorum dudaklarım sürekli kuruduğu için renkli ya da renksiz dudak kremi kullanıyorum. Ve herkes şöyle derdi, "en iyisi Blestex", ben de bu yüzden yıllardır onu kullanıyordum ama kuruma durmuyordu, 2 hafta önce Clinuque'e uğradığımda satış temsilcisi beni bir güzel kremleyip, süsleyip, dudağıma daha ben itiraz edemeden ruju da sürünce ben bilmiş bir edayla "istemiyorum ruj, dudağımda durmuyor, çok kuruyor" deyince o anlatmaya çalıştı "argan yağlı ama hiç rahatsızlık vermiyor" ben ise "bildiğin doğrudan şaşma" düşüncesi ile "istemiyorum" deyip diğer ürünleri alıp çıkmıştım, bu arada herkes suratıma bakıyordu çünkü fondoten, pudra, makyaj bazı yoktu ama CC krem dolayısıyla ve tabi kız hafif allık vs de sürdüğünden kusursuz şekilde güzel görünüyordum, tabi insanlar suratımda bir şey olduğunu bilmiyordu bu arada kız bana  şöyle demişti "birazdan geri gelip neden parfümün büyüğünü ve ayrıca ruju almadım diyeceksiniz" dedi. Yan tarafta da ayakkabı mağazası var, orada oturmuş ayakkabı denerken bileğime sıktığı parfüm birden burnuma gelmeye başladı eşime dönüp "ne olur git bunu büyüğü ile değiştir, harika  bir şey bu" deyince eşim epey bir gülümsedi. Mağazadan çıktığımda ise kızın yanına bu sefer kendim gidip "ruj ne kadarmış ki dudaklarım ilk kez bu denli ferah üstelik de güzel görünüyor" diye sordum ancak ruja da 100 lira civarı ödemem gerektiğini öğrenince, bütçemi daha fazla aşmamak için (çünkü 6 aylık Clinuque stoğumu satın almıştım) ruju alamadım. Bu kadar anlatıyorum çünkü cilt sağlığı bence her şeyden önce gelir. Sağlık güzellikten de önce gelir, sadece şu sorunun cevabını vermek için yazdım bunca şeyi "suratında fotoshop mu var" denilen fotolarda fotoşop değil, Clinuque var. Ve ben bunlari yazarken bile çok yoruldum.

Tez zamanda iyileşip çalışmalara dönebilmem dileğiyle :)

Hoscakalin

                                               

11 Şubat 2016 Perşembe

Sen Benim Hayatımsın

Ferzan Özpetek'in "Sen Benim Hayatımsın" isimli eseri, son zamanlarda nereye gitsem herkesin elinde gördüğüm bir eser oldu. Ancak tahmin ediyorum ki insanlar eseri sadece ellerinde gezdiriyor, çünkü ne zaman "kitap nasıl" diye sorsam, aynı düzeyde cevaplar alıyordum "iyi, sevgilisini, hayatını anlatıyor..." Kitabı okuyunca insanların kitabı yalnızca resim çekmek için kullandıklarını anladım, çünkü normal şartlarda ben "kitap nasıl" diye sorduğumda karşımdakinin "bu nasıl bir kitap böyle" şeklinde heyecanlı bir tepki vermesi gerekiyor. Neden ? Çünkü Ferzan Özpetek resmen kendi çapında bir çığır açmış, onu okurken gözümün önüne durmaksızın Yves Saint Laurent ile Karl Legerfeld geldi. Ayrıca kitap, Woody Allen'ın "Roma'ya Sevgilerle" filmini saymazsak Roma'yı neden sevmediğimi bir kez daha hatırlamamı sağladı. Kitabı okurken kendime hep şunu sordum: Yazım şekli mi kötü, yoksa anlattıkları mı? Dürüst olmak gerekirse yazım şekli kesinlikle kötü değil, hatta değişik bir üslup benimseyip kitabı sevgilisine anlatmış, kimi zaman bu tarzdan çıkıp bize hem sevgilisini hem kendini hem de hayatını anlatmış. Yani yazım kısmında problem yok. Ama nedense sonda yazdığı teşekkür kısmı, sanki bazı şeyleri yaşamamış da uydurmuş izlenimi yarattı, o noktayı çözemedim. Fakat netice itibariyle diyebilirim ki, Ferzan Özpetek kitapta hayatını anlatmış, 70'lerin çılgın özgür ruhu, Avrupa'nın kıyısında bir şehir Roma, yönetmen olmak isteyen bir genç, aileden yollanan iyi sayılabilecek bir harçlık ve buyurun size Yves Saint Laurent'in Roma'da geçen Türk versiyonu Ferzan Özpetek ve çılgın hayatı. Benim kitaba bakış açım aslında kişisel olmaktan çok toplumun biz insanların düşüncelerini ne denli şekillendirdiğinin kanıtı gibi.. Çünkü bence kitapta fütursuzca okuyucuya sunulan gerçeklik benim için kabul edilemez derecede çirkin. Ama bunu Amerikan ya da Avrupalı okuyucuya sunduğunuzda onlar için olağan karşılanabilir. Aslında bu hayat okuyucuya sunulmuş olmasa, eş-cinsel olmasından dolayı sayın Özpetek'e saygı duyma ihtimalim olabilirdi ancak erkeklere olan düşkünlüğünü, sokağın hangi köşe başlarında hangi adamlarla birlikte olduğunu, yaşadığı anlık- tek gecelik ilişkilerini tek tek anlatması benim açımdan seçiminin saygı duyulabilir olmaktan çıkmasına sebep oldu. Rahatsız olmama rağmen kitabı neden sonuna dek okuduğuma gelecek olursam "Sen Benim Hayatımsın" diye hitap ettiği kişiye dair bilgi arayışıydı. Kitabı ona anlatıyor ama onun hakkında sayfalar boyunca yalnızca birer satırlık bilgiler veriyordu. Yani eğer "Sen Benim Hayatımsın"dan kastı hayatındaki asıl adamsa biz kitapta o asıl adamı görmüyoruz. Kalbimizi yerinden sarsan bir aşk hikayesi okumuyoruz, yok eğer kastı kendi hayatıysa evet, onu tamamen görüyoruz. Halbuki beni kitabı okumaya iten kapağın arkasındaki "Çünkü sadece çılgıncasına aşık olanlar bir insani sevmenin ne demek olduğunu bilir" sözü olmuştu. Bu yüzden derin bir aşk hikayesi ummuştum, fedakarlığın, karşındakini mutlu görmenin, endişe etmeden yaşayamamanın, aldığın her nefeste onu hissetmenin ne demek olduğunu anlatacağını ummuştum. O yüzden benim için tamamen hayal kırıklığı oldu. 

Diğer yandan okurken kendimi bir kez daha şunu irdelerken buldum "sınırsız özgürlük" cidden insanlar için olumlu bir durum mu? Bunu yalnızca Ferzan Özpetek'in yazdıklarına dayanarak söylemiyorum, aynı durumda olan pek çok insan var, evet adamlar dahi ama, çok para, sınırsız özgürlük, her şeye sahip olabilme lüksü, ya sonra ?  Sonrası alkol, uyuşturucu, doyumsuzluk ve intihar... Abarttım mi, belki, ama bunun da bir realite olmadığını söyleyemeyiz. 

Bu kitabı okurken gözümün önüne gelen diğer bir isim Aylin Devrimel Rodomisli Cates oldu. Tabi o ne Yves Saint Laurent ne de Karl Legerfeld gibi bir dahi ya da eş cinsel değildi, üstelik ne ünlü bir tasarımcı ne de ünlü bir yönetmendi ama ölümünden sonra Ayşe Kulin sayesinde ünlü olduğu kesin. Ayşe Kulin'in "Adı Aylin"ini okuduktan sonra bir arkadaşımla kitabı değil de kitaba konu olan Aylin Devrimel'i konuşurken arkadaşıma şöyle bir şey söylediğimi anımsıyorum: "Bir insan kaç kişi ile birlikte olabilir, bir beden kaç insana tahammül gösterebilir, duygusal açıdan bu bana imkansız geliyor" demiştim, arkadaşım "senin için durum böyle" cevabını vermişti. Ben bir insan kaç kişiyi sevebilir hesabını yaparken o yanlış noktaya takıldığımı söylemişti. O zaman "iyi ki Türkiye'de doğmuşum" diye düşünmüştüm. İyi ki aile kavramımız var, zaman zaman hepimiz özgür olmayı, aklımıza estiği gibi yaşamayı istiyor olsak da tüm o çılgınlıkların sonunda insanın sığınmak istediği yer yine evidir. Dönüş yine evedir. Sizi sevdiğini bildiğiniz insanların yanındadır huzur. Zaten sonunda bilmek istediğimiz bu değil mi, koşulsuz sevildiğimizi bilmek ve bize bunu veren kişiye ömrümüzü adamak. Tabi arkadaşımın da söylediği gibi bu benim düşüncem, ama Ferzan Özpetek de tüm o çılgın yaşantısının yanında hayatındaki asıl kişiye şunu anlatıyor aslında, senden önce hayat ne denli boşmuş, yani tercihi farklı olsa da sonunda o da tek kişiye sığınmayı seçmiş. Ve ilginçtir gerçekten de birileri bize bu hissi yaşattıktan sonra önceki hayatın ne denli anlamsız olduğunu ve daha önce nasıl da boş yaşadığımızı düşünürüz ama yine ilginçtir ki ondan önceki hayat da dolu dolu yaşanmış, hiç de boş geçmemiştir, buna rağmen bunu görmeyiz, ve ondan önceki hayatımızdaki her şeyi kenara atıp ikincil hale getiririz.

Neticede kitabın yazım şekli iyi, konusu ve anlattıkları ilginç, okuyup okumamak sizin tercihiniz, ama diğer yandan Ayşe Kulin'in "Adı Aylin"ini şiddetle tavsiye ederim, Ayşe Kulin bu kitapta iyi iş çıkarmış. Hem "Adı Aylin" hem de diğer Ayşe Kulin kitapları yaz tatilimin keyifli geçmesini sağlayan unsurlar olmuştu. Resmi görünce yazı özlememek de elde değil, hafif esintili havada kumun üzerine yatıp kitap okurken bir yandan insanların ve çocukların neşeli seslerini dinlemek harikaydı. Hay Allah nasıl da iyice özlem bastı şimdi. Tatil grubunu arayıp gelecek yazı kapatacak bir plan yapmak lazım :)

Siz de görüşene dek sevgi ve kitapla kalın !