24 Ağustos 2017 Perşembe

Aristo'nun Canı Sıkılınca

Yıl M.Ö. 400'ler, günlerden bir Pazartesi Sokrates, Platon ve Aristotales her gün olduğu üzere yine bir araya gelmiş felsefe yapmaktadır. Ancak uzun yılların bu şekilde geçmiş olması, günün de henüz haftanın başı olması sebebi ile bu muhteşem üçlüye bir sıkıntı basmış, Aristo'nun "her gün hep aynı felsefe yap yap nereye kadar, iki adım yol da alamadık" serzenişleri, Platon ve Sokrat'tan da destek alınca, üç kafadar 20 dakika sonra Agora'nın kapısında buluşmak üzere evlerine dağılıp, ellerinde çıkınları ile söyledikleri saatte söyledikleri yerde buluşur. Hayatlarından sıkıldıklarını bilmelerine karşın nereye gideceklerini bilmeyen üçlü, yaşadıkları şeyin Pazartesi sendromu olduğundan da habersiz, kendilerini Atina sokaklarından aşağı doğru salmıştır. Sokrat'ın güney şimdi iyidir, havalar da ısınmıştır söylemiyle Pire'den sandal kiralayan kafadarlar, daha da güneye en güneye inmeye karar verir. 

Az gitmişler uz gitmişler tesadüf bu yaa Aristo'nun dedesinin dedesinin göçtüğü ada olan Mikonos'a varmışlar. Adada o vakitler pek bir şey yokmuş, tek tük birkaç ev, bugünkü yel değirmenleri, birkaç su kuyusu, bir de sonradan şapel olacak mağaramsı yapı... Ancak mis gibi denizi bu muhteşem üçlüyü içine çekmiş, üstelik etrafa yayılan zeytin ağaçları da hayat vaad ediyormuş. Ortalık sessiz sakin, insanları ise çok misafirpervermiş. Bizim üçlü yel değirmenlerinin etrafında üç tur atmış, şapelimsi yeri gezmiş, ardından sonradan Küçük Venedik denilecek yerde denize nazır oturup beş el tavla atmış, sonra bir de ne fark etsinler, tavla atarken meğer yine felsefeye başlamışlar. Platon bu böyle olmayacak demiş, nereye gidersek gidelim biz yine aynı biz, bize yepyeni bir biz lazım...Ne yapar ne eder de biraz değişiriz diye düşünmüş taşınmış derken birden gözünün önünde bir ışık yanmış. Ansızın yanan bu ışık sayesinde namı dünyanın her yanına yayılmış, çapkınlıkları ile meşhur Giacomo Giralomo Casanova'ya güvercinle haber salıp onu adaya davet etmişler. Davete oldukça şaşıran genç ve yakışıklı Casanova ise düşünmüş taşınmış, İtalya'yı bırakıp gitmek olmazmış ancak davete icabet etmemek de olmazmış hem hayatlarından bezmiş bu üç ihtiyara biraz renk de katarım umudu ile yanında Voltaire ve Benjamin Franklin de olmak üzere, yüksek sosyeteden pek çok erkek ve kadınla adaya intikal etmiş. İşte Mikonos'un kaderinin değiştiği gün o gün olmuş, Casanove ve ekibi sayesinde Mikonos sessiz sakin kimsesiz bir ada olmaktan çıkıp dünyanın en meşhur parti adası haline gelmiş. 

Saat gecenin 3'ü, yorgun ve uykusuz halde yatağa koşup sonra da uyuyamayarak bilgisayar başına geçmemin üzerinden tam üç saat geçti. Ne yapayım bilemedim, sabahtan beri bir şeyler okuyorum o yüzden tek satır okuyacak halim yoktu, ben de yazayım dedim. "Mikonos"u yazmam isteniyordu, ben de yazdım! Tahmin ettiğiniz üzere yukarıda anlattıklarımın tek kelimesi dahi doğru değil :) ama Sokrat'ın da dediği gibi Mikonos'ta yaşanan Mikonos'ta kalır ;) ben şimdi size ne anlatayım. Şaka bir yana ayık kafa olduğumda yer ve mekan isimleri ile fotoğraf da seçtikten sonra seyahat bloğumdan yazıp atacağım. Ya bu ne miydi, hiç yalnızca kendimi uyutma çabaları... büyüklere masallar ya da uyuyamayanlara ninniler...artık ne derseniz, hem fena mı oldu sayemde hepsi aynı çağda yaşayıp bir araya gelmiş oldu;) 

Uyumanız dileğiyle 

Uyuyalım ki enerji dolu harika bir güne uyanalım  



Not: Bu arada canı sıkılan Aristo da bu durumda ben oldum

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Mutlu Yaşama Sanatı

Geçenlerde bir gazete köşesi okudum, yazarın adı aklıma gelmiyor ama yazının içeriğini az çok anımsıyorum. Yazı 30'unu aşmış kadınların spiritüel hayata dalması ile ilgiliydi. Yazara göre 30'unu aşan kadınlar artık 20'li yaşlardaki kızlar gibi genç ve güzel olmadığı için spiritüel hayata dalmayı ya da dalıyormuş gibi görünmeyi tercih ediyordu. Bu kadınlar 30'unu aştığı için kadınlar artık önemli olanın dış güzellik değil içe varış, kendini bulma yolculuğu olduğunu söyleyerek aslında 20'lik hemcinsleri ile yarışamayacağı gerçeğinin üzerini kapatıyordu. Bu yazıyı yazan tabii ki de bir erkek, üstelik genç bir erkek, zaten yaşlı yani tecrübeli bir erkek olsa böyle bir tespitte bulunmazdı. 

30'unu aşmış, son aylarda özellikle spiritüel hayata fazlaca dalmış, bir yandan bu konularda durmadan okuyup diğer yandan yoga kursu arayan bir insan olarak ister istemez yazıyı üstüme alındım, kısa süre için de olsa yazarın söyleminde gerçeklik payı olabilir mi diye düşündüm. "Bilinçaltım 20'lik hemcinslerime karşı kıskançlık gösteriyor da ben mi fark etmiyorum" dedim. Ancak yakın zamanda üç farklı grupla üç farklı şehirde (üstelik yanında kendinden 10 yaş küçük kızların da olduğu gruplarla) 25 gün tatil yapmış bu tatil esnasında sayısız erkekten teklif almış (kendinden 10 yaş küçük erkekler de dahil), insanları toptan başından savmak için otel görevlilerine kendisini soranlara evli olduğunun yanında 3 de çocuğu var söylemini eklemek zorunda kalmış(otel görevlisinin söylediğine göre sormaya gelen onlarca kişi olmuş), tatilin yalnızca son akşamında 14 yakisikli ve genc İtalyan'ı geri çevirmiş, 20'li yaşlarında olduğunu düşündüğüm sarışın oldukça güzel ama biraz iri bir Hollandalı kız tarafından öpülmek için tuvalette kıstırılmış biri olarak söylüyorum, 20' lik hemcinslerime karşı en ufak bir kıskançlık duymuyorum! Üstelik pek çoğunun ifadesine göre ben 35 isem kendileri 45'miş. Ama yine de evet spirütüel hayata fazlaca merak sarmış durumdayım. Yani diyeceğim o ki yaş 30'u geçince başlayan spiritüel hayata dalma merakı 20'li yaşlardaki hemcinslerimizi kıskanmakla ilgili değil. Neyle ilgili olduğunu sorarsanız buna dair tek bir örnek veremem, çünkü bence herkesin hikayesi ve varış noktası farklı...

Ben hiç bir zaman spiritüel yaşamdan uzak değildim ama son zamanlarda bu denli yoğunlaşmama neden olan bazı olaylar oldu. Bunlardan ilki aylarca sağ elimi kullanamamış olmam, ikincisi çok sevdiğim bir arkadaşımın eşinin kanser olup doktorun 6 ay ömür biçmesi, diğeri ise yine çok sevdiğim başka bir arkadaşımın evladını yitirmesi...

Bir sabah uyandığımda sağ elimde dirsekten aşağı kadar hiç his yoktu, önce felç geçirdiğimi sandım, sonra durumun felç olmadığını anladık, tüm hayatı yazmak üzerine tasarlanmış birinin sağ elini kaybetmesi inanılmaz korkunçtu, ilk başta büyük bir öfkeye kapıldım, buna sebep olduğuna inandığım herkese büyük bir öfke duydum, oldukça sinirli zamanlar geçirdim yine de kimseyi kırmamak adına kendimi eve kapadım, üstelik tek sorunum yazamamak da değildi, bir su bardağını dahi taşıyamıyordum. İşin komik yanı ise hala tezi nasıl bitireceğimi düşünüyordum. Bu arada arkadaşım tez savunmasına girmek üzereydi, en büyük tutkusu çalışmak olan arkadaşımın derdi ise hasta olan oğlu ile vakit geçirmek yerine tezini yazmak zorunda olmasıydı. Oğlu hastalandığından beri hayata bambaşka baktığını artık maddesel hiç bir şeyin anlamı olmadığını söylüyordu, ya ölür de ben son günlerini bu aptal düzeltmelere ayırmış olursam diyordu, ne yazık ki tam da söylediği gibi oldu. Savunmaya girdikten 1 ay sonra oğlunun hastalığı arttı, uzun süre hastanede yattılar ve ne yazık ki oğlunu kaybetti. Çocukluk arkadaşımın eşine 6 aylık ömür biçilmesi ise bambaşka bir hikaye, yaşaması için etmediğimiz dua, toplamadığımız para kalmadı ama ne yazık ki ne dualarımız ne de paralarımız hiç bir işe yaramadı, 1 yıldır sürdürdükleri mücadele doktorun bitti artık demesi ile son buldu. 

Yaklaşık 1 ay önceydi, tez için düzenleme yaparken kendime fazla yüklendim, bir kez daha elimi kaybetme tehlikesi geçirdim, his %90 kayboldu. Doktorumun bu oyuncak değil canın istediğinde çok yorup sonra dinlendirerek elini iyileştiremezsin, bir gün elden boyna giden tel kopar ve his geri dönmez söylemi üzerine silkelenip kendime çeki düzen vermek zorunda kaldım. Uzunca bir tatil yaptım, fırsat buldukça bol bol okudum, okuduklarım arasında özellikle Dr. Ender Saraç'ın Ruhsal Gelişim ve Kader kitabı ile Joseph Murphy'nin Bilinçaltı'nın Gücü isimli kitapları benim açımdan dönüştürücü oldu. Dürüst olmak gerekirse Ender Saraç'ın kitabını başka biri yazmış olsa yani yazan Ender Saraç olmasa kitabı ciddiye almazdım. Kendimi kaderci bilirdim Ender Saraç tavan seviyesinde kaderci çıktı, diğer yandan söylediği bazı şeyleri yaptım ve bunlar beni oldukça pozitif ve mutlu biri hale getirdi (pozitif etkide arkadaşlarla geçirdiğim uzun tatilin payı da çok büyük, Ender Saraç da bu mutluluğu kalıcı yapmamı sağlayan önemli bir unsur). O kadar ki şu an elimin bu halde olmasını bir lütuf olarak görüyorum, ve bu beni çok mutlu ediyor. Kendimi çalışmaya çok kaptırdığında ağrıyıp sızlayarak durmam için uyarı verecek bir alarm gibi.. Eskiden kurulu bir robot gibiydim, erken kalk sporunu yap, ev işlerini bitir, bilgisayar başına geç ve uyuyana kadar kalkma, her şeyi yapılması gerektiği için yapıyordum. Yapmayı sevdiğim her şeyden en çok da kendimden uzaklaşmıştım. Şimdi ise uzun süre sonra yine kendim gibiyim üstelik hayata, insanlara, olaylara her şeye çok ama çok farklı bakıyorum. Bunda Ender Saraç ile birlikte pek çok yazarın etkisi var. Artık başıma gelen hiç bir şeyi, ya da karşımdaki hiç bir olumsuzluğu kişisel algılamıyorum, her şey programlanmış bir olay örgüsü, kişiler sadece figüran asıl olay ise tüm bunların ardındakileri görüp üst bilince varabilmekte, ve bunun için gereken de hakikati görebilmek. Hakikati görmeyi başardığımız sürece mutlu olmamamız için hiç bir sebep yok. Ve ben de aslında uzun süredir yaptığım okumalarla kıyısından ucundan bir şeyler kapmış olacağım ki kendimi gençlik zamanlarımda olduğu gibi canlı, mutlu, hevesli ve dinamik hissediyorum. 

Eskiden uyanır uyanmaz programlanmış gibi yaptığım sporla güne başlamak yerine tek başıma da olsa güne 45 dakikalık mutlu bir salsa ile başlıyorum (böylece kimsenin olmadığı plajda tek başına dans eden Eda Taşpınar'ın deli olmadığını anlıyorum)                   

Hayatımda beni yoran ne kadar enerji varsa hepsini kendimden uzak tutuyorum

Benimle görüşememekten şikayet eden ve beni "gerçekten seven" tüm insanlarla görüşüp beni mutlu etmelerine izin veriyorum

Okumak istediğim ama tezden çalmamak adına okumadığım ne kadar kitap varsa hepsini üst üste yığdım, canım ne zaman isterse açıp okuyorum

Aileme çok daha sık vakit ayırıp onları bolca gülümsetecek sürprizler yapıyorum

Kendimi yormamak koşulu ile tezimin başına geçiyorum (çünkü acı verse de yazmak beni çok ama çok mutlu ediyor)

İzlenecek filmler listesi yapıyorum 

Yeme düzenimizi değiştirmeye çalışıyorum, yemeklerin, evin kurulumunun her şeyin spiritüel yaşamla ilgisi var bu yüzden beslenme konusunda ciddi çalışmalar yapıyorum, artık eskisinden çok daha sağlıklı, leziz, besleyici ama hafif bir yeme stili yaratmaya çalışıyorum. Leziz ve sağlıklı yemek tatminkar ve mutlu insan yarattığı gibi hafif ve zihin açıcı olması insanı daha ayık tutar.  

Hayatımdaki tüm klişeleri çöpe attım, hayatımda "kim ne der"e dair en ufak bir yer bırakmadım

ve bunlara benzer onlarca madde yazabilirim 

ama temelde önemli olan mutlu edeni yakalayabilmek, öze varmak, sana aslında verileni görmek, yaşamı bırakmadan maddi olandan kopmak, insan olma yolunda minik de olsa bir adım atabilmek, her yolun kendine çıktığını bilmek, kendinden de çıkıp evreni görmek, koskoca evrende bir nokta kadar dahi yer etmediğini bilmek, ama bir bütünün parçası olduğunu da unutmamak ... 

Ve tüm bu bilinçlilik hali belli bir yol gerektiriyor, gencecik bir kızken çıktığım 1(,5) yıllık seyahat Yaradan'ı ve O'nun gücünü bulmamı sağlarken, 35 yaşımın getirdikleri ise hakikatin gördüklerimiz olmayıp gerçeğin bambaşka olduğunu, o gerçeğe varışın ise özden geçtiğini gösterdi. Şimdi tüm bu idrak hali ile keşfedilmeyi bekleyen bir öz ve koca evren dururken sen gel bu yolu 20'lik hemcinslere bağla!