5 Ocak 2015 Pazartesi

Grand Budapest'ten Paella'ya

2014'e veda etmiş olmaktan müthiş bir mutluluk duymama rağmen, 2014' ün son 3 ayını aralıklarla da olsa yolculukla geçirmiş olmanın benim için çok önemli 2 etkisi oldu: 1- Tam bir metamorfoz - başkalaşım yaşamış olmam 2-Çok daha sosyal ama eskinin aksine müthiş derecede "mutlu" bir insana dönüşmem. Tabi bu sosyalliğin ve mutluluğun getirileri de oldu bol enerji, bol aktivite = bol miktarda kilo. İnsan yurt dışında da kilo alır mı? Hava soğuksa, dışarıyı gezmek yerine arkadaşlarla otele, restauranta, cafelere takılıp neredeyse sokağa hiç adım atmadan günlerce yiyip içiyorsa evet kilo alır hem de deli gibi. İşin tehlikeli yanı yemek yemeyi kesmek istememek, ve bu durumdan hiç rahatsız olmamak, canım istediği her an deli gibi yemek yemek, neyse ki beynim sürekli spor komutu veriyor da seyahat olayına tamamen bir son verince spora dadanmayı ihmal etmedim.    

İki gün önce de akşama değişik ne pişirsem diye internette tarif aranırken, nasıl olduysa "2014'ün en iyi 10 filmi" yazan bir link buldum, aslında uzun süredir film izlemediğimden "neden olmasın" düşüncesi ile filmlere göz atıp, yemek sonrası "Grand Budapest Hotel"i izlemeye karar verdim. Öncelikle söylemeliyim ki film tam bir ünlüler geçidi, ancak filmi izlemeden evvel bilmeniz gereken önemli bir ayrıntı filmin "kara mizah" olduğu, aksi takdirde "iyi de şimdi biz ne izledik ya da ne oldu şimdi" gibi sorularla baş başa kalabilirsiniz. Ya da bu kadar ünlü bu filmde niye rol almış??? Açıkçası türünün kara mizah olduğunu okuyunca ben eşimi hiç rahatsız etmeden bilgisayarımı alıp başka bir odaya gittim. Film bir kara mizah örneği olarak çok şeker, özellikle de atmosferin renkli dünyası beni mest etti. Kara mizah dendi mi daha çok, cinayet + karanlık ortamlar olur. Otelin içindeki ışıltı, Mendls'in o muhteşem pembe kutuları ve pastaları harikaydı. Filmin yan kahramanının Ziro Mustafa olması acaba altından ne çıkacak düşüncesi yarattı ama hiç bir şey çıkmadı, ne de olsa Kara Mizah, hapishaneden kaçış sahnesi Woody Allen'ın "Parayı Al ve Kaç"ını anımsattı aradaki fark bunların kaçmayı başarabilmesi :) Tabi film Stefan Zweig'in notlarından esinlenerek yazılınca başarmamak ne mümkün ! Filmin tamamı Almanya'da çekilmiş ve otelin iç mekanı olarak Gorlitzer Warenhaus kullanılmış, dış görüntü ise Karlovy Vary'deki meşhur "Palace Bristol Hotel"(Prag) . Kara Mizah'dan hoşlananlar için oldukça seyirlik bir film. 

Dün yürüyüş bandına çıkmış koşarken bir yandan da sıkılmayayım diye tvyi açmış "Ayhan Sicimoğlu ile Gastronomi Maceraları"nı seyrediyordum ki, ter atarken"Gastronomi Maceraları"nı izlemenin ne denli yanlış bir hareket olduğunu anlamış oldum. Şekle gireyim diye saatlerce debelenirken yemek programı izlenir mi ? İzlenmez tabi. Ayhan Sicimoğlu İspanya'da ünlü bir şef ile geziniyordu daha sonra malzemeleri alıp, yemeği yapmak üzere mutfağa geçtiler. Onlar yemeği yaparken mi daha çok kıskançlıktan öldüm yoksa yerlerken mi içim içimi yedi duygularım birbirine karıştı. İşin benim için en sürpriz yanı, "Paella"yı yıllar önce Sapanca'da misafirlerini ağırlayan bir arkadaşımın verdiği davet sırasında yemiş olmam. Üstelik misafirlerinden 2'si İspanyol'du (arkadaşımın söylediğine göre İspanya'da oldukça ünlü model bir çiftti, fiziklerine bakınca bunun doğru olmadığına inanmak gibi bir durum söz konusu değildi tabi) ve yemeği o inceccik İspanyollardan erkek olanı pişirmişti. Ben ne yazık ki o zamanlar yemek yapmaya değil sadece yemeye odaklı olduğumdan nasıl yapıldığı ile de malzemeleri nereden bulduğu ile de ilgilenmemiştim. Üstelik neredeyse 10 yıl öncesinden bahsediyorum.

Dün izlerken tüm tarifi kafamda tutabilmiş değilim, çünkü malzemesi çok fazla (tavşan, karides, midye, kum midyesi, pirinç, safran, sarımsak, zeytinyağı ...) neyse ki resmini buldum, yemek yapılırken öyle büyülendim ki aklımdan geçen tek şey, spor sonrası gidip malzemeleri alıp kocaman bir tepsinin içinde aynı yemeği pişirmekti. Tabi iki sorundan biri tavşanı ve kum midyesini bulabilecek miydim ve eşim yer miydi ? Her ikisine de aldığım cevap tabiki hayır oldu. Spor sonrası eşimi arayıp sorduğumda "petshopa gidip tavşan alalım istersen arka bahçede de keseriz" deyince bir umutlanır gibi olmuştum ama "saçmalama- yemem ben onu sen bize içinde Adana, kavurma, kaburga olan karışık bir şeyler yap" cevabını alınca bütün gece numaradan göz yaşı dökmek zorunda kaldım, bari yanına garnitür olarak "kanı buza alınmış (limon soslu) yumurtalı beyin kızartması yapayım bak ne güzel olacak" dediysem de bir türlü ikna edemedim. "tamam yemeyelim ama bari yapayım" dedim ona da yanaşmayınca, neredeyse 6 ayda bir açtığım tv'yi bir daha açmamaya karar verdim. Çünkü açınca genelde gezi+yemek programı peşinde koşuyorum, bunun güzel yanlarından çok olumsuz yanlarını yaşıyoruz ne yazık ki. Evliliğimizin ilk zamanları "deniz tarağı ve bacon" bul bana diye evin içinde dönüp duruyordum, zavallı çocuk Sakarya'da nereden bulacaksa! Ayrıca sonradan öğrendim ki meğer bacon domuz pastırmasıymış :s Tabi bir de bunun hamilelik kısmı var, 1000 kilo olmamak ve Sakarya'da katiyen bulamayacağım malzemeler için eşimi İstanbul'a yollamamak için cidden tv'den uzak durmanın faydalı olduğuna karar verdik. Aksi takdirde kocam yollarda telef olurken zavallı çocuğum da büyüyemeden karnımda telef olur.

Demek neymiş, 1- Kara Mizah sevmiyorsak Grand Budapest Hotel seyretmeyecekmişiz. 2- Koşarken bir daha Ayhan Sicimoğlu ve Gastronomi Maceraları izlemeyecekmişiz. 3- Mutluluğun beynimizin içinde olduğunu unutmayacak bunu ortaya çıkarmak için gerekirse profesyonel yardım almaktan kaçınmayacakmışız(bu sonuncu madde yazıyla ilgili değil biliyorum ama yine de söylemek istedim)

Umarım 2015 sizlere de bana olduğu kadar neşe ve mutlulukla gelmiştir

Görüşmek dileğiyle

Sevgi, spor, neşe, sağlık, kitap ve enfes yemeklerle kalın ...