9 Ocak 2013 Çarşamba

Hepsinde Biraz Ben Varım

Bir Gün İnsanlar Benim Yalnızca Bir Tarihçi Olduğumu Anlayacak!

Şimdi sorsam Türkiye'de en zor meslek ne? Hepiniz benimki dersiniz. Ve emin olun haklısınız da. Ama cidden Türkiye'de en zor mesleklerden biri de tarihçi olmak. Yanda gördüğünüz kitaplık benim kitaplığımın bir kısmı (lütfen resme tıklayın böylece daha yakından inceleyebilirsiniz), kadraja sığdırabilmek için bu kadarını çekebildim. Diğer kısmı da çekseydim kitaplar görünmeyecekti.  Bu resmi neden attığıma gelince, yıllardır çektiğim sıkıntı ve karşılaştığım sorulara cevap olabilir umudu ile çektim. Eğer bir mühendis, kimyager, matematikçi (daha çok sayısalcı), memur ya da benzeri her hangi farklı bir mesleğe sahipseniz muhtemelen asla karşılaşmadığınız ve karşılaşmayacağınız soru ve suçlamalara maruz kaldığımdan bir umut şu resmi atıp kendimi az da olsa ifade edebileyim diye çektim ve attım. Bildiğiniz gibi ben bir tarihçiyim, işimiz araştırmak, bol bol okumak beni bilen bilir, öyle ödev için tez için okumam sadece kendimi geliştirebilmek adına durmadan okurum. Çünkü bilmek bir yana bir de işin aslını ortaya çıkarma misyonu var bizde. Orta rafın en üstünde yuvarlak içinde 2 tane yanyana mavi kitapçık duruyor. Sağdaki Ortaçağ Tezim, soldaki TC Tarihi tezim. Kalbim daima Ortaçağ tarihinden yana olmakla birlikte orada merak ettiğim herşeye cevap bulduğumdan yönümü yeni ufuklar adına TC tarihine çevirdim. 2 çalışmayı da çok büyük bir emek ve çok büyük bir zevkle hazırladım. onları hazırlarken bir sürü yeni bilgi, yanında da doğal olarak yepyeni bakış açıları kazandım. Ancak ne vakit anlatmaya kalkışsam ya Atatürk düşmanı, din simsarı ilan edildim. Bazen din düşmanı, Atatürk hayranı ilan edildim. Kimi zaman komünist olduğum söylendi, bazen de Osmanlı düşmanı (olduğum). İşte özellikle bu yüzden bu fotoğrafı çektim.

Bu kitaplıkta yuvarlak içine alınmış her şey ilk günden beri o raflarda aynen oldukları yerde durmaktadır. 

Örneğin sol üst köşedeki takvim hep aynı yaprakta durur. Nisan 2012 niye mi çünkü orada Şeyh Edebali'nin resmi daha da önemlisi benim çok ama çok sevdiğim bir söylemi durur. ( Hani Osmanlı'nın kurucusu Ertuğrul Gazi'nin kayınpederi olan o güzel şahsiyet) Ne der Edebali o sayfada:   
"Ey Oğul!
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır...Unutmaki yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir...Açık sözlü ol! her sözü üstüne alma! Gördün söyleme, bildin deme!"

okudukça düşünürüm zaman zaman bana mı der acaba "Gördün Söyleme, Bildin Deme", yok o başka bir şeyi kast ediyor olsa gerek, kısaca diyeceğim o ki, her sabah bu yazıyı okuyan biri Osmanlı düşmanı olabilir mi acaba?

Hemen o resmin altındaki yuvarlakta kırmızı ufak bir kitap duruyor, eminim ki çoğunuzun evinde var. Kur'an, daha doğrusu meali. Allah biz insanlara ne emretmiş nasıl bir yol çizmiş okuyup da göreyim anlayayım diye, (diğer bir yanı da bir zamanlar Ortaçağ'da İslam Tarihi çalışmış olmamdır hali ile Kur'an olmazsa olmazlardandır)
O halde ben din düşmanı da değilim.

En sağ üst rafta bir resim var, Mustafa Kemal ile İsmet Paşa'nın. Bu resmi gördüğüm an içimi sıcak bir esinti kaplamıştı hemen almıştım. Hala da baktıkça mutlu olurum. Hep zor koşullarda görmeye alıştığımız yıllarda yüzlerinin güldüğü nadir anlardan biri, baş başa vermiş konuşuyorlar, kim bilir memleketin hangi halinden bahsediyorlar, belki de muzipçe başka bir konudur öyle ya İsmet Paşa pek bir gülümsüyor. Oysaki çoğu zaman Atatürk düşmanı ilan edildim o halde ben bir Atatürk düşmanı da değilim!

Sol köşenin tam orta rafında (3.raf) göze çarpan 2 kitap var. "Kavgam" ve "Stalin". Bunları okuduğum zamanda önce Nazi hayranı sonra Komünist olmakla suçlanmıştım. Oysaki Komünistliğe ilgi dahi duymayacak kadar Komünizm hakkında Bilgili, Naziliğe eğilim göstermeyecek kadar da Hümanistim!

Ansiklopedilerin hemen üstünde yeşil bir Mevlana kitabı duruyor.Onu okurken de Mevleviliğe meyletmekle itham edilmiştim. Oysaki meyletmek bir yana epey karşıt çalışmalarım olmuştur. Hala daha da sevmem, hele ABD'nin geçen yılı dünyada Mevlana Yılı ilan etmesi, beni bazıları tarafından daha anlaşılır kılmıştır.

Onun hemen sağ tarafında da bir Nutuk durur. Atatürk hayranı ilan edilmeme sebeptir. Oysaki Tarihin kazananlar tarafından yazıldığını bilecek kadar okumuş ve görmüş insanım. Ha hayranlığım yok mu Ata'mıza var elbet, ama elma ile armudun ayrımını yapmayı biliyorum. 

Diyeceğim o ki Ben Yalnızca Bir Tarihçiyim, bulduğum her şeyi okurum, bilgileri beynimde süzerim. Doğruya ulaştığıma inanmadan konuşmam. En önemlisi de hiç bir tarafa meyletmem, üstelik ulaştığım sonuç kimi zaman inançlarımı alt üst eder, kimi zaman hayallerimi paralar. Ama yine de doğruyu söylerim, bilgiyi inandığım şekle bürümem. En önemlisi de herşeyi ama her şeyi biribirinden ayırabilecek zekaya sahip olduğuma inanıyorum (birçoğunun aksine).

Tarihi bir televizyon dizisinin kurgu olduğunun bile anlaşılamadığı, bu yüzden olayın terör ya da güvenlik meselesiymiş gibi devlete kadar sirayet ettiği bir ülkede "Tarihçi" olarak "Vâr Olmaya", doğrulardan şaşmadan "İnandığımı Söylemeye"devam eden bir Tarihçi.

Ne Oyum ne de Bu, Sadece "Tarihçi" üstelik de "A politik",bana hala taraf demeye devam edecekseniz  doktora gidip beyninizi açtırın eğer yapılabiliyorsa zekanızı bir kontrol etsin.

Her zaman dediğim gibi 
Kitap ve Sevgi İle Kalın          

4 Ocak 2013 Cuma

Ama Hangi Atatürk

Dün akşam saat 10 gibi kurstan gelip her zamanki gibi ödevlerimin başına oturmuştum ki, birden masanın üzerinde duran ve ne zamandır okumak için deli olduğum Taha Akyol'un "Ama Hangi Atatürk" isimli kitabının gelmiş olduğunu gördüm. İçimi tarifsiz bir heyecan dalgası kapladı. Derhal okumalıydım, o yüzden ödeve geri döndüm ve yapabildiğim kadar hızla yapmaya çalıştım ancak saat 12 yi geçtiğinde ancak 90 soru bitirebilmiştim. Ve daha nereden baksanız 300 küsur soru vardı. Ödevin geri kalanını ertesi güne bırakıp Taha Akyol'un kitabını elime aldım. Bu seferki yazı Coco Chanel gibi olmayacak yani kitabı bitirmeden fikirlerimi yazmayacağım merak etmeyin. Ancak kitaba başladığım an çok farklı duygular oluştu bende. Sizlerle de paylaşmak istedim. Bu kitabı bilhassa merak ediyordum çünkü bildiğiniz gibi ben tarihçiyim üstelik "Cumhuriyet Tarihçisiyim" doğal olarak konularımızın içinde Mustafa Kemal var. Benim kafamda net 2, bulanık 3 Mustafa Kemal vardı. Taha Akyol ise bu kitapta net 4 tane Mustafa Kemal ortaya koyuyor diye duymuştum (bir tv programında), o netliğe erişmek adına bu kitabı okumayı istiyordum. Kitabı bitirdiğimde o 4 Mustafa Kemal'i yazacağım sizlere. Ama şimdi bahsetmek istediğim şey bu değil. Kitabın ön sözünü bitirdim ilk sayfayı açtım en üstte Lloyd George'un(İngiliz Başbakanı   1919) sözleri 

"Türkler'e verilecek cezalar, onların en büyük düşmanlarını bile kâfi derecede tatmin edecek kadar müthiştir"

Altta Üç Milyon Ölü başlığı, ve hemen altında içimi titreten iki satır:

Ölmeden mezara koydular beni
Oooof...Gençliğim eyvah...

Beynimin içinde hemen bir arka fon oluşuyor Ahmet Kaya'nın "hani benim gençliğim anne" şarkısı. beynim onu çalıyor gözüm bunu okuyor benim tüyler diken diken. 

Çanakkale geçilmiş, İstanbul işgal altında...Türkiye ve İstanbul ıstırap ve karanlıklar içinde...Bir milyona yakın şehit ve kayıp vermiş, yorgun, umutsuz...

Kitabı kaldırıp öpüyorum. Bu yorgunlukta bu saatte elime almama değdiği için, beni böylesine duygulandırdığı için. Taha Akyol'a daha yolun başında teşekkür ediyorum. gece 2 de bırakmak zorunda kalıyorum çünkü sabah erken kalkmalıyım, ödev başına oturmalıyım. Ama uyuyamıyorum aklım kitapta, aklım Türkiye'de aklım Türklerde (Türklerden kastım tüm bu millet). Ne kadar büyük bir ulusun evlatları olduğumuzu düşünüyorum. Bunu en çok bloggerda gördüm, fark ettim. Ülkemle en çok bu bloger sayesinde gurur duydum. Biliyorsunuz bloger sayesinde dünyanın tüm blogerları ile yazışıp tanışabiliyoruz, benim Türk olduğumu öğrenen herkes Türkiye'nin tarihini öyle övgü ile anlattı ki bana birçok defa gözlerim doldu. Fraklı milletlerden insanların ülkemize ve tarihimize bu denli hayran olması beni derinden etkiledi. Öyle ki "ama bizim de bir sürü sıkıntımız var" diyemedim, demedim. Hintli bir profösör "tarihinle gurur duymalısın, sen çok büyük bir milletin torunusun" dediğinde sevinçten ağlayacaktım. ya da Fransız bir büyükelçi, "Türkiye'nin reklamını daha çok yapmalısın muhteşem bir milletsiniz siz dediğinde". Hele de söz konusu Kurtuluş Savaşı olduğunda insan nasıl gurur duymaz atalarıyla. Kitap Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış Türkiye'de Mustafa Kemal'in ve diğer insanların çare arayışları ile devam ediyor. Mustafa Kemal, İstanbul'da çözüm bulma peşindedir. Kazım Karabekir gibi paşalar bunun olmayacağını daha erken fark ediyor o yüzden Ali Fuat Cebesoy ile hemen tayinlerini Anadolu'ya aldırıyorlar. Mustafa Kemal'i de ziyaret edip "paşam çare Anadolu'dadır siz de gelin" diyor. Nitekim sonra bildiğiniz gibi Mustafa Kemal de (bu paşaların 4 koldan uğraşları sonucu geniş yetkilerle) Samsun'a yollanıyor.Kitabın daha bu noktasında aynı soruyu duyar gibiyim.Mustafa Kemal olmasaydı bu mücadele olur muydu? Ama bence asıl soru bu olmamalı asıl soru şu olmalı Mustafa Kemal olmasaydı devrimler olur muydu? Çünkü Mustafa Kemal olmasaydı elbette Kurtuluş mücadelesi olurdu. Kurtuluş mücadelesi onla değil ondan önce başlamıştı, bir milletin kurtuluşunu bir kişiye yüklemek yüzlerce binlerce insana haksızlık olur. Dönemin Harbiye Nazırı ve Genel Kurmay Başkanı Cevat Çobanlı Paşa, İngilizler tarafından tutuklanıp Malta'ya sürülenene kadar Milli Mücadele'nin en büyük destekçilerinden olmuş, Karabekir, Cebesoy, Refet Bele gibi paşaları derhal Anadolu'ya tayin etmiştir.  Yine Cafer Tayyar Paşa Trakya'yı tutsun diye Cevat Paşa tarafından Edirne'ye atanmıştır. Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay Deniz Kuvvetler'indeki görevinden istifa edip derhal Anadolu'ya geçmiştir.Daha şu an ismini sayamayacağım Halide Edip, Adnan Adıvar, gibi binlerce isim Anadolu'ya kurtuluş için gitmiştir, bu ülkenin her cephesi bu kahramlar sayesinde ayakta kalmıştır. Ha devrimler kısmına gelirsek eğer, Mustafa Kemal olmasaydı devrimler olur muydu? Çok zor, aslında karşıt grup da aynı yeniliklerden yanaydı ama onlar Enver Paşalar dönemindeki tavırdan dolayı devrim değil evrim yanlısıydı yani inkılapların zamana yayılarak ve insanlar ikna edilerek yapılmasını istiyordu. Atatürk bu süreci tüm kararlılığıyla ve muhalefete rağmen hızlandırmıştır. Atatürk'ün azameti buradan gelir, gösterdiği cesaretten, kararlılıktan, inançtan gelir. 

Sanırım O'nun kararlılığını en güzel bir dargınlık sonrası Mustafa Kemal'in yanına giden Halide'nin sözleri anlatır

"Mustafa Kemal Paşa'ya doğru kalbimde mutlak bir hürmetle gittim. O mütevazi odada bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret onun o odadaki büyüklüğüne yaklaşamazdı"     

Halide'nin anlattığı sahnede Mustafa Kemal'in kaburga kemikleri kırıktır, bir sandalyeye dayanmış ayakta durmaya çalışmaktadır. Diğerlerinin durumu da ondan daha iyi değildir. Diyeceğim o ki biz cidden çok ama çok büyük bir milletin evladıyız, bunu bir kez de Taha Akyol'un kitabı ile anımsama fırsatı buldum, bu bilinçle yaşarsak bu ülkeyi çok daha ileri bir seviyeye taşıyabiliriz.Gençler olarak bizlere düşen, çok okuyup çok çalışıp bu ülkeyi yükseltmektir, aksi taktirde Atatürk bu ülkeyi biz gençlere emanet etmezdi değil mi? 

Konuyu kısa kestiğimin farkındayım ama uzun yazdığım zamanda çok uzun olduğunu görünce okumaktan çekiniyoruz tepkileri ile karşılaşıyorum o yüzden şimdilik burada kesiyorum ama ben okudukça ilginç bulduğum noktaları sizlere aktarmaya devam edeceğim. Görüşmek dileğiyle kitap ve sevgiyle kalın.