5 Şubat 2019 Salı

Kültür Sanat Yılı - 2019

Yazıya nasıl başlasam diye düşünürken, Atatürk'ün "sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur" sözleri aklıma gelince istemsiz şekilde gülümsedim çünkü sanırım makalelerimden birinin girişinde de bu sözleri kullanmıştım. Bu da demek oluyor ki sanatın gerekliliğini Atamız öyle güzel anlatmış ki, üzerine söyleyecek söz bulamıyorum. Gerekliliğini ifade etme kısmını ona, sergi sergi dolanma kısmını kendime bırakmış durumdayım :) Gerçekten de sanat (en azından benim için) nefes almak kadar gerekli bir durum, iki ay sergi gezmezsem ciddi psikolojik sorunlar yaşıyorum. 

Önemi kısmını bir yana bırakacak olursak, 2019 yılı bu anlamda dünyada zirve yapacak bir yıl. İlki Ocak ayında ziyaret ettiğim (ve çoooook uzun zamandır peşinde olduğum) Russian Avantgarde'dı. Yanılmıyorsam 4 Nisan'a kadar Sakıp Sabancı'da sürecek,  sonra ülke ülke dolanmaya devam edecek. Sakıp Sabancı (bir Guggenheim olmasa da bence dünyada zirve derecesinde muhteşem ev sahipliği yapan) çok hayran olduğum müzelerden biri, sanat koleksiyonlarına müthiş ev sahipliği yapıyor, müthiş dizayn ediyor. Russian Avantgarde'ı inanılmaz sergiliyorlar, hala İstanbul'dayken kaçırmayın derim. Ben büyülendim. 

Pera'da 17 Mart'a kadar Sergey Parajanov sergisi var, onu ancak gelecek hafta ziyaret edebileceğim ama bir Russian Avantgarde olmadığının farkındayım. Russian Avantgarde'a sanatı dışında tarihi açısından da alanım olduğu için belki biraz fazla değer veriyorum bilmiyorum ama müthiş ötesi parçalar vardı. Şapka çıkartmalık eserlerdi ve tarihlerin 1908 ler olması ya da öncesi-sonrası olması inanılmazdı.

Yıl sonuna dek İstanbul'da daha açıklanmayan pek çok sergi var, internetten kültürsanat İstanbul yazarsanız bulursunuz. İstanbul Modern'de (ki kendisi İstanbul'u ziyaret için en iyi 5 nedenden biri olarak gösteriliyor) bu aralar bitmiş olan Anthony Cragg'ın "İnsan Doğası" vardı o da hoştu ama modern mi tarihi mi derseniz, bende tarihi olan sanat kazanır.

Bu seneyi inanılmaz kılansa dünyadaki kültür sanat faaliyetleri.  

Amsterdam'daki Rijksmuseum bu yılı ünlü ressam "Rembrandt'ın Yılı" ilan etti, ressama ait 300'den fazla eser Şubat ortasından Haziran ortasına dek sergilenecek, hatta Temmuz ayında da meşhur "Gece Nöbeti" isimli Frans Bannick ve komutasındakileri resmeden tablonun restorasyonu ziyaretçiye açılacak.

Washington'dayım ya da fark etmez oraya kadar giderim derseniz, Venedikli Ressam Jacobe Tintoretto sergisi var.

Yok İtalyan ve dünya esintisi göreyim ama oraya dek gitmeyim derseniz, ve bienal dendiğinde akla gelecek ilk yer neresi desem tabii ki de "Venedik Bienali"nde hemfikir oluruz. Bu yıl 58.si düzenlenecek olan bienalin konusu ise "İlginç Zamanlarda Yaşa", isim beni o kadar heyecanlandırdı ki tahmin ediyorum ki bu yıl geçen yıldan çok daha enteresan ve üstün eserler çıkacak. Zaten geçen yıl ki bienal konusu nedeniyle çok görkemli bir bienal olmamakla birlikte deneysel anlamda güzeldi(Türkiye geçen sene ÇIN ile katılmıştı), ancak 56.cı bienaldaki "Türk pavilyonu" müthişti, öyleki Türkiye, bienalin en çok övgü alan ülkelerinin başında geldi, bize de ne yalan söyleyim müthiş bir gurur kaynağı oldu. O kadar ki pavilyonda koca bir gülümseme ile "evet evet bizim ülkemiz" diye elimizde Türk bayrağı ile gezip, isteyen herkesle "işte bu Türk eseri bu da Türk kızı" konseptinde pek çok fotoğrafta yer aldım. (Bu konuya * koyuyorum devamı aşağıda)  Konuyu dağıttım yine, konu Venedik olunca sözcük tükenmez. Bienal Mayıs'tan Kasım sonuna dek devam edecek. Kaçırmayın üzülürsünüz.

Bienal deyince İstanbul'da ise 16.sı düzenlenecek bienal var, kratörlüğünü Fransız akademisyen ve yazar Nicolas Bourriaud yapacak(kendisi ile bir yerde tanıştım çok iyi anımsıyorum ama nerede olduğunu anımsamıyorum muhtemelen Fransa'daki sergilerin birindeydi. Hatta kendisi "Kibar ve hoş Fransızlar da var" dememize neden olmuş ikinci Fransız'dır ). Sanıyorum ki bu senenin bienali "Yedinci Kıta" ismiyle yapılacak. Geçen yıl ki "İyi Komşu" iyiydi ama bir yıl önceki "Tuzlu Su" muhteşemdi. 

13-16 Haziran'da dünyanın en büyük sanat etkinliği olarak anılan "ArtBasel"de dört binden fazla sanatçının eseri sergilenecek. Bu etkinlik Basel'i hatta İsviçre'yi sevmemin tek nedenidir. "İsviçre senin için niye Basel anlamına geliyor ?" sorusunun cevabı tam olarak bu sergi, tam 3 yıl peşpeşe ülkeyi ziyaret etme sebebimdir.  

Bir büyük sergi de bu sene Leonardo DaVinci'nin 500. ölüm yıl dönümü nedeniyle Paris'te Louvre'da gerçekleşecek. DaVinci'nin heykellerinin de getirileceği sergi iddiaya göre bu zamana dek görülecek en büyük DaVinci sergisi olacak. 

Bu yıl, buraya yazamadığım daha birçok önemli sergi var. Bunlar internetten ya da gazeteden görüp ilgimi çeken sergilerden defterime not aldıklarım. İlgilenenlere yol gösterici olması açısından sizlerle paylaştım. Son yıllarda seyahatlerimin belirleyici faktörü sergiler, sanıyorum seyahat konusunda ben iki sene önce ciddi bir doyuma ulaştım. Arkadaşlarımın söylemi ile ben artık turist ya da gezgin olmaktan çıkıp rehber olmuşum.(Bu bir yandan iyi birşey çünkü artık insanlar onlara rehberlik yapmam için tüm masraflarımı karşılayarak beni seyahate götürmeye çalışıyor, ben de canım isterse kabul edip bedavadan gezmiş oluyorum ) Kendi tercihlerimde ise belirttiğim gibi sergiler ve festivaller belirleyici ana faktör durumunda. İtalya'ya kaç kez gittim inanın bilmiyorum ama bu muhteşem bienal yüzünden imkanlarım elverdiği sürece ömrümün sonuna dek gitmeye devam edeceğim. Doyum nedeniyle ben bana iyi gelen, ruhumu okşayan yerleri tercih ediyorum. Şu listeden Venedik Bienali tercih ederseniz (ki etmelisiniz) Haziran ayına denk getirin derim, Venedik - Basel arası araba ile 6 buçuk-7 saat, Venedik'ten BAsel'e geçin. Ya da tam tersini yapmanız çok daha iyi olur. Buraları ilk kez ziyaret edecekseniz Basel'e gidin önce ardından Venedik'e geçin. Bence büyüleneceksiniz. Benim tercihim bunlar arasında kesinlikle Basel ve Venedik ama Basel'in tarihinde farklı ve epey uzak bir yerde olacağımdan ArtBasel'i görmem imkansız ama Venedik kaçmaz, ve bu arada İstanbul Bienalini katiyen kaçırmayın!

Not: 

1-Fotoğrafların ikisi hariç diğerlerini internetten buldum benimkiler genelde story olarak kaldığından üzerlerinde yazılar vardı. En üstteki iki fotoğraf Russian Avantgard'dan, elli olanlar geçen yılki Venedik Bienali'nden gemili olansa 2016'da Venedik'te bize büyük gurur yaşatan -konu architecture'dı çünkü-Türkiye'nin eseri. 

2-Şehirlerle ilgili yazıyı da yazacağım ama seyahat bloğuna mı atarım buraya ma eklerim emin olamıyorum.   

3- Son bir not daha zaten hesabı olanlar biliyordur bilmeyenlere de duyurayım, Nisan başında Google Plus kapanıyor, zaten kapanma kararını geçen sene almışlardı, ne zaman kapanacak diye bekliyordum. Nisan 2019'da kapanacakmış, bundan sonra okumak isterseniz Google Plus üzerinden değil doğrudan blogdan takip edersiniz, tabii o da kapanmazsa. Kapanırsa da arayın oradan anlatırım, yapacak birşey yok artık.          

* konusuna gelecek olursak,
yakında Cimer'e başvurup beni Türkiye'nin kültür-sanat temsilcisi olarak işe almalarını isteyeceğim, resmen tek başıma hiç bir sanat eseri üretmeden ülkeyi temsil ediyorum, üstelik ülkeyi de iyi temsil ettiğimi düşünüyorum öyleki yoğun şekilde "sen Türk müsün, Türk olamazsın, Türklerin böyle insanlar olduğunu bilmiyorduk, şahane muhakkak ziyarete geliyorum" söylemleri ile ülke geneli hakkında iyi bir izlenime sahip olmalarını sağlıyorum. Arkadaşlar yurt dışında ya da içinde şu turistlere iyi davranın lütfen, ayağımı yurt dışına attığım günden beri aynı sözleri işitiyorum siz bu yabancılara ne yapıyorsunuz, acayip meraktayım ??? Avrupalı ve Amerikalı'nın kafasındaki Türk imajı kaba, dil bilmez, saygısız, çirkin, kapalı (hatta çarşaflı), eğitimsiz, (kadın ise)eşinin kölesi durumunda... Ben genel olarak böyle bir toplum olmadığımızı biliyorum, ama onları kendim dışında da böyle olmadığımıza inandırmak o kadar güç ki, o yüzden siz bu insanlara ne yapıyorsunuz diye merak etmeden duramıyorum ! Hele de ekonomik krizin yaşandığı ve yaşanacağı şu günlerde en azından kendi ülkenizdeki turistlere iyi davranın. Ben kimle tanıştıysam ülkeye en az 4-5 sefer gelmelerini sağladım. Yazın Çeşme'ye, Karadeniz'e, baharlarda Kapadokya'ya, kışın İstanbul'a , sonbahara girerken Antalya'ya vs. derken pek çok yeri ziyaret etmelerini sağlayarak ülke ekonomisine katkıda bulunuyorum. Yurt dışında da bir kez olsun kötü muamele görmedim, aksine herkes inanılmaz yardımsever, güler yüzlü, -hatta İtalya'da artık ben bile ünlü bir insan olduğuma inanmaya başladım o konuyu hala çözebilmiş değilim öyle bir ilgi alakaları var, İtalya'yı geçersek- gördüğüm muamelenin, kendi davranış biçimimle yakından ilgili olduğunu düşünüyorum, o yüzden davranışınız konusunda biraz dikkat diyeyim! 

   


     


     

11 Ocak 2019 Cuma

Bohemian Rhapsody

Bu yazıyı aslında iki aydır kafamda bekletiyorum, nedeni ise üç-dört gün önce gerçekleşen Altın Küre Ödüllerini beklemek istememdi. Bohemian Rhapsody, İngiliz efsanesi Queen'in solisti Freddie Mercury ve grubunun biyografisini konu alan filmin adı, ayrıca grubun şarkılarından birinin de ismi. Filmin altın küre alacağından %100 emin olamasam da(tahminim %95'ti) Rami Malek'in En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde ödül alacağından (%100)emindim. Nitekim öyle de oldu. Sanırım 2-3 ay önce gösterime girdi, tabii Sakarya gibi bir yerde yaşadığım için film Sakarya'da 10 gün gösterimde kaldı. O süreçte öylesine yoğundum ki filmi Sakarya'da yakalayamadım. Ama DVD öncesi sinemada izlemeye ant içtiğim için(hiçbirşey sinema ekranının yerini tutamaz) İstanbul'daki sinemalara bakarken İzmit'te son günü olduğunu görünce rotayı İzmit'e çevirdim. O gün, hem soğuk hem de korkunç bir sağnak vardı, 10 metre ötesi görünmüyordu, işte olan eşimi arayıp "gel demiyorum ama ben gitmek zorundayım, minübüs, taksi vs. hallederim" dedim, film için tüm zorlukları göze almıştım. Neyse ki eşim, "bekle birlikte gidelim akşama" dedi ve gittik.

Film tek kelime ile MÜTHİŞTİ, Freddie Mercury'nin hayatını canlandıran Rami Malek İ-NAA-NILL-MAZZ-DIIII, muhteşem oyunculuğundan dolayı Rami Malek'e mi aşık olduk, yönetmen Bryan Singer'a mı öldük bittik, filmin senaristlerine mi daha çok bayıldık bilmiyorum. Eşim genelde daha klasik bir versiyona sahip olmasına rağmen o bile filme bayıldı. Ömrümde ilk kez bir sinema filmini elimde (telefon)kamerası ile izledim. Kendimle büyük bir mücadele yaşadım, ekrana kamera arkasından bakmakla(öyle olunca zevk alamıyorsunuz), sahneleri çekmemeyi göze alamamak arasında gittim geldim. Bölük pörçük 30 dakikalık bir çekim yaptım sanırım, bugün bile hala keyifle izliyorum. O gün son günü olmasa filme birkaç kez daha giderdim. Hele filmin son 25 dakikası efsaneydi. Sinema salonunu konser salonuna çevirmişti. 

Filmin vizyona girdiği sırada bizde Müslüm vardı. Bohemain Rhapsody'den önce ona gitmiştim. Müslüm de güzeldi, göz yaşı bol bir film yapmışlar. Ama keşke Bohemian Rhapsody Müslüm çekilmeden çok önce vizyonda olsaymış. Bence yapımcı ve senaristelere müthiş bir bakış açısı sunardı. Çünkü ikisi de ünlü bir efsanenin biyografisini anlatıyor ama bizdeki versiyonda ön plana çıkarılan eşini döven ve durmadan içen bir Müslüm Gürses figürü, diğer tarafta ise özel hayatı çalkantılı olsa da müzik dünyasında mihenk taşı olan Queen- Fredy Mercury efsanesi anlatılmış. İki film siyah ile beyaz kadar farklı olmuş. Filmin son sahnesiydi sanırım Müslüm Gürses'in konsere çıktığı bir kısım vardı tam konsere çıkmadan önce Chopin'in Spring Waltz'ı çalmaya başladı, müziği yan salondaki filmden geliyor sandım. Diğer yandan çok sevdiğim bir parçadır keşke daha çok sürse dedim ama öyle olmadı. Bir müzik adamından bahsediyoruz film çok daha yapıcı, müzik dolu ve keyifli ele alınabilirdi ama filmin odak noktaları o kadar farklıydı ki... Neyse film olmuş bitmiş.

Bohemian Rhapsody'i izler misiniz bilmem, beğenir misiniz onu da bilmem, ben tüm dünnya gibi çok beğendim ve tüm dünya gibi elimde kamera ile izledim. Hem film hem konserde gibiydik çoğu zaman. Kafamda Queen bandı, ayağa fırlayıp bağıra çağıra eşlik etmek istedim. Story'ler sayesinde dünyada ve İstanbul'da pek çok yerde filmin öyle izlendiğine de şahit oldum. Oralarda izlemek vardı :( Netice itibari ile yazanın, çekenin, oynayanın eline sağlık, ayrıca film sayesinde Bohemian Rhapsody şarkısının ortasında neden "Bismillah" dendiğini, şarkının neden 6 dakika sürdüğünü, o şarkının yayınlanabilmesi için nasıl bir mücadele verildiğini, o zamanki radyo politikaları ve müzik sektörünü de çok iyi şekilde öğrenmiş olduk. Ayrıca filmdeki Live Aid konserinin tamamını izlemiş bir insan olarak söylüyorum, filmdeki herkes bu kadar mı gerçekçi, benzer ve bu kadar mı mükemmel oynamış olur hala hayretler içindeyim. Hangisi gerçek hangisi film ayırt edemiyorsunuz.   

Görüşene dek sevgi ile kalın.  

Not: 

1-Rami Malek filmdeki muhteşem performansından dolayı yapımcıların gözdesi durumunda, nitekim Michael Jackson'u canlandıracak kişi de o bilginize.

2- Ödül toreni icin sahnede olan Nicole Kidman'ın hareketini anlayamadık ama bilinçli yaptığını da düşünmek istemiyoruz.