31 Ekim 2015 Cumartesi

Sağlık Yazıları - Havalar Soğuyunca

Sabah eşim sitem ediyor "ben hastalanıyorum da aynı evde yaşamamıza rağmen sana niye bir şey olmuyor", o bunu sorarken ben ballı sütümü karıştırıyorum. Bir yandan da sütle, tahin pekmezi gösteriyorum, "ben senin gibi çay değil ballı süt, nutella yerine de tahin pekmez yiyorum" diyorum. İşin şakası bir yana havaların soğumaya başladığı şu günlerde etraf hasta insanlarla dolmuş durumda. Kimi görsem hasta. Çok şükür yılda bir kez ya da 2-3 yılda bir kez hastalanan bir insanım ve söylendiği üzere "Tanrı tarafından kutsandığımı" düşünmüyorum (Tanrı tarafından kutsanmak: yabancı film izleyen gençliğin ifadesi :) çok eleştirilen yanlarımın işe yaradığını düşünüyorum, diğer yandan niye eleştirildiğimi de anlamıyorum. Çünkü kimseye zararım yok, üstelik kendi yaşam biçimim beni mutlu ediyor ve sağlıklı tutuyor. Tabi sağlıklı yaşam biçimim sayesinde hiç bir zaman kanser olmayacağımı ya da hasta olmayacağımı ifade etmiyorum. Bu doğru olsaydı Murat Öz kanser olmazdı. Ama şu var ki, bu yaşam biçimi kanser olma sürenizi geciktirir. 30 ise 40, 40 ise 50'ye belki çok daha ileriye atar. Bu yaşam biçimindeki büyük pay : sağlıklı beslenme + spor + temiz hava sahasına ayrılmış durumda. Geçenlerde bir sempozyuma katıldım, tıp tarihi üzerine tebliğ sunan hocalarımız vardı, anlattıkları "inanılmazdı". O tebliğler sayesinde sağlıklı beslenmenin sandığımdan çok daha önemli olduğunu öğrenmiş oldum. Tatlı ya da ilaçların insanın doğasına göre yapılıp verildiği, Almanya'da boya sanayinin çıkmasıyla ilaç sektörünün geldiğini ve tek tip ilaçla tüm hastaların tedavi edilmeye çalışıldığı ve tüm tıp birikiminin nasıl bittiği, evrensellikten tekelliğe geçildiği vb konularda müthiş bilgiler aktarıldı. (Onlar bunu aktarırken İbn-i Sina'nın kanseri tedavi edişini anımsadım) İşin bu kısmı büyük bir bilimsellik taşımakta ve farklı bir yazı konusu o yüzden ben nasıl oluyor da yılda 1 kez hastalandığımı ve çok eleştirilen yanlarımı anlatmak istiyorum. 


Temiz hava sahası ile başlamak istiyorum. Havayı temizleyebilmek gibi bir yeteneğe sahip değilim tabi, ama yaşadığım ortamı temiz kılma şansına sahibim. Evlenirken olabildiği kadar az eşyalı, halısı olmayan ferah odalar yaratmaya çalıştım. Az eşyanın nedeni, sadece bir ev kadını olmadığım için temizliğin pratik şekilde yapılabilmesiydi. Halının olmama sebebi ise (bazı odalarda dekoratif amaçlı yolluklarımız olsa da), eşimin evlenmeden önce bir rahatsızlığı vardı, kendi evlerindeyken sürekli tıkanıyordu buna engel olmak istiyordum. Nitekim 4,5 yıldır bir kere bu sorunu yaşamadı. Özellikle evde bu tarz üyelere sahipseniz halı büyük bir düşman bilesiniz. Varsa da sürekli süpürün. İkincisi evi muhakkak en az 2-3 saat havalandırmalısınız, özellikle de kışın çünkü soba ya da doğalgaz ortamı kurutuyor, havayı kirletiyor. Eğer eşim evdeyse sabah erken kalkıp yatak odası dışında tüm odaların camlarını açıp ben mutfakta bir şeylerle meşgulken odaları havalandırıyorum. O uyandığı zamansa tüm camları kapatıp doğalgazı açıp o çıktıktan sonra yatak odasının camını açıyorum. Ayrıca önemli bir nokta, yatak odasındaki yatak başlıkları vb toz tutabilecek her yerin her gün tozunu alıyorum (bunu yapmak 1 dakika bile sürmüyor) 3. önemli bir nokta evi 3 günde 1 süpürüyorum. Bunu yapmak da hiç uzun sürmüyor yaklaşık yarım saat belki. 3 günde bir süpürme sebebim, camlar açık olduğundan hem bahçesi hem de yolun dibinde olan bir evimiz olduğundan ev durmadan tozlanıyor. Ve toz tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir düşmandır. Farkındaysanız evi sürekli siliyorum demedim. Ev deterjan tarzı ürünlerle 15 günde bir siliniyor. Ve hava ne denli soğuk olursa olsun pencereler açılarak, çünkü suyun içindeki çamaşır suyu vb maddeler ciddi kanserojenlerdir. Yatak odasının peteğini 1-2 saatten fazla açık tutmuyorum çünkü serin bir odada uyumak sağlığınızı bozmaz ama kurumuş bir odada uyumak sağlığınıza ciddi zararlar verir. Eğer petek açık kalmışsa da yatmadan önce en az yarım saat pencereyi açıp odayı havalandırıyorum. Bunlardan dolayı çok titiz olduğum söylenip eleştiriliyorum ama öyle sanıldığı gibi temizlikte ışıldayan bir evim yok, sadece yaşam alanını havadar, kokusuz ve tozsuz tutmaya gayret ediyorum o kadar.          


Sağlıklı Beslenmeye gelince, bildiğiniz şeyler, kısa kısa yazacağım. Benim evime gazlı içecek girmez, kolay kolay hazır gıda girmez. Salam, sucuk, sosis tarzı yiyeceklere karşıyım ama eşim istediği için 4-5 ayda bir salam ya da sucuk alınır. Cips, çikolata vb atıştırmalıklara yani gereksiz ıvır zıvıra yer yoktur.Öğün asla atlanmaz, saat kaç olursa olsun kahvaltı yapılmadan evden çıkılmaz. Benim kahvaltımda klasik kahvaltılıkların yanında önemli bazı yiyecekler yeşil köy biberi(en yüksek c vitamini ondadır), limon soslu dereotu, kışsa muhakkak her sabah taze sıktığım portakal suyu, şu an portakal olmadığından ballı süt ve yumurta. Benim ifadesini kullandım çünkü eşim daha farklı beslenir, o klasik kahvaltılıklar yanı sıra her sabah muhakkak kaşık kaşık nutella artı çay içer. Bu yüzden özellikle kışları hep çocuk özlemi çekerim. Çünkü tüm kış her sabah üşenmeden aynı soruyu sorarım "sana da portakal sıkayım mı" o da her seferinde aynı cevabı verir "hayır". O esnada içimi bir özlem kaplar masanın etrafında boy boy çocuklar olsa, onlara "portakal mı yoksa havuç mu" diye sorsam onlar da mutlulukla (babaları gibi çay yerine) "havuç ya da portakal" diye bağırsa, 35 yaşına gelmiş bir adamın beslenme alışkanlığını değiştiremezsiniz ama çocukları kendinize benzetme olasılığınız yüksek. Annemle altlı üstlü oturan ağbimin kızı 6 yaşlarındayken yaşıtlarının aksine ekmeğinin arasına maydanoz ya da dereotu koyup yerdi. Ve bugün annem ne pişirirse o da mutfakta ona yardım ediyor, çocuklar tarafından sevilmeyen bamya, kereviz vb ne varsa yiyor. Ben kendime gerek beslenme gerek spor konusunda ne denli bakıyorsam eşim o denli umursamaz, "bana nescafe yapar mısın" diyor, belki kandırırım düşüncesi ile gidip kafasını okşayıp "ballı süt yapayım mı" diyorum (hasta olduğu için) tabiki de "hayır" cevabını veriyor. Üstelemiyorum, her ne kadar evli olsak da herkesin yaşamak istediği biçimde yaşamasından yanayım(ara ara doktora gidip kan tahlili yaptırıyoruz, doktor her seferinde aynı şaşkınlıkla aynı şeyi sorar: siz farklı evlerde mi yaşıyorsunuz, bu sonuçlar nasıl bu denli farklı çıkabilir? Benim sonuçlarım mükemmel çıkar eşiminkiler ise hep bozuktur) . Kırmızı etin sürekli tüketilmemesinden yanayım belli periyotlarda olmalı, balık ve tavuk da yine belli aralıklarla tüketilmeli. Bakliyat önemli bir unsur sık sık tüketebilirsiniz, ben bazen ayarımı kaçırıp bol miktarda pişirsem de beyaz unla yapılan kek, börek olayına dikkat. Bol sebze tüketin, bol salata tüketin, bol meyve tüketin, nutella gibi yiyecekler yerine tahin pekmez yiyin, siyah çay yerine yeşil çay tercih edin, ev yapımı reçel yiyin, hazır meyve suları yerine komposto yapın, ayran yapın. Yani özetle evde, tarifleriniz yeni ve havalı isimlerle olsa da eski usul annelerimizin, ninelerimizin beslendiği gibi beslenin. Ve dışarıdan alınan hazır ürün olayını azaltabildiğiniz kadar azaltın. 

Spora gelecek olursak, nerede ne yaptığınız hiç önemli değil, ister spor salonunda, ister sokakta, ister evde ama günde yarım saat yapacağınız her hangi bir hareket (yürüyüş, koşu, açma germe hareketleri, pilates vb) sağlıklı kalmanızı sağlayacak, sizi obez olmaktan koruyacaktır. Ayrıca enerjik olmanızı sağlayacaktır, spor insanı yormaz. Bu ilk günler yaşanılacak bir sorundur sonrasında ciddi bir enerji yüklemesi ile dolduğunuzu görürsünüz. O kadar ki enerjinizi nereye boşaltacağınızı bilemezsiniz. Müthiş bir koşuşturma içine girer buna rağmen duramazsınız. Spora gitmediğim günler bitkinken spor günleri tonlarca iş yapıyorum ve enerjiyi bitiremiyorum. 


Önemli bir diğer unsur banyoda kullandığınız ürünlere dikkat edin. Vücut şampuanları kullanmayın, onun yerine eski usul vücut sabunları kullanın, şampuan olarak da kimyasal şampuan yerine bulabiliyorsanız bitkisel şampuan kullanın. Sık duş alıyorsanız saçlarınızı sürekli yıkamayın ve sürekli keselenmeyin. Ben bazı günler 3-4 kere duşa girmek zorunda kalıyorum (her yemek pişirme faslı sonrası koku sindiği için duş alıp üzerimdekileri değiştiriyorum, aynı gün spor salonuna gitmiş oluyorsam havuza da gireceksem girmeden önce bir kez daha duş alıyorum ve en son spor sonrası tekrar komple yıkanıyorum, ya da evde iş yapıyorum en ufak tere tahammülüm yoktur kendimi yine duşta buluyorum vb), duş esnasında vücudu hamamda kese yapar düzeyde hırpalamamak gerekir. Onun yerine terden ya da kokudan arınacak kadar hafif düzeyde temizlik yeterli yoksa vücudunuzdaki koruyucu maddeleri atarsınız, egzama vb hastalıklara kapılırsınız. Ve hızlı yaşlanma başlar. Ayrıca diğer bir unsur ben kremin gücüne inanırım. Ev kadınları iyi bilir, ellerimiz neredeyse hiç sudan çıkmaz. Eldiven kullanmak şart ama çoğu kadın gibi bunu ben de yapmıyorum. Özellikle mutfakta sürekli deterjan ve soğuk-sıcak suya maruz kalan eller, kurumuş toprak gibi oluyor, ama iş bitince bol miktarda krem sürdüğünüzde yumuşacık oluyor, deterjanın ve suyun tüm tahribatı krem sayesinde gideriliyor. Aynı durum vücudunuzun diğer yerleri için de geçerli, ne denli kremlenirseniz o denli genç kalırsınız.

Sigara + alkol özellikle uzak durmanız gereken bir ikili. Alkol günah olsa da sağlık açısından sigaraya göre daha az zararlıdır. İçecekseniz de ayda yılda bir için, ama sigarayı hiç içmeyin. 

Ruhunuzu beslemeyi ise asla ihmal etmeyin, güzel bir film, müzik, kitap, tatil, seyahat, sergi, spa imkanlarınız neye müsaitse onu yapın ama muhakkak yapın. Ama film seçimlerine dikkat benim son film gibi intihar dürtüsü yaratmasın :)

Bir diğer sağlık yazısında görüşene dek şimdilik hoşça ve sağlıcakla kalın

27 Ekim 2015 Salı

Ölüm Vardı Ben Yaşamayı Seçtim


Yüzüne bakmak hayatın ve olduğu gibi sevmek ve sonra ondan vazgeçmek. Leonard, aramızda hep yıllar var, hep yıllar, hep aşk, hep saatler
              
                Virginia Woolf 

Yayınladığım son yazıya baktığımda zamanın ne denli değişmiş olduğunu görmek şaşırtıcı geldi. Son yazıda can sıkıntısından ne yapacağımı bilememekten bahsederken şimdi yoğunluktan neyi ne zaman yapacağımı bilemez oldum. Tüm bu koşturmacanın ya da durağanlığın içinde değişmeyen tek şey ise zamanın kendisi. O her saniye hem bedenimizde hem yüreğimizde bıraktığı izlerle akmaya devam ediyor. Her gün bir gün daha yaşlanırken, benden yarattığı insanı görmek beni dehşete düşürüyor. Daha sessiz, daha dirayetli, daha kararlı ama bazen her şeye boş vermiş...sevdiklerine karşı daha sabırlı ama diğerlerine daha tahammülsüz...Ama giderek artan sessizliğimin aksine kafamdaki sesler susmayacak gibi geliyor bazen, sussa daha huzurlu mu olur, bilmiyorum. Ne zaman büyük bir üzüntü, öfke ya da kırgınlık duysam arkama bakmadan gitmiş ve susmayı tercih etmişimdir hep. Sanki uzaklaşırsam her şey düzelecekmiş gibi...Sanki kafamdaki sesler benimle gelmeyecek, sanki kalbimi söküp bir kenarda bırakabilecekmişim gibi...Tamir olmayacağımı bilmeme rağmen gittim aslında, çünkü hayattan kaçarak huzur bulunmayacağının farkındaydım, ama bir umut vardır hep tamir olmaya, yaşamaya dair bir umut. Ve Virginia Woolf'un da dediği gibi ölüm vardır hep bense hep yaşamayı seçtim! 


Woolf demişken aslında tüm bu yazının nedeni Virginia Woolf'un "Yıllar"ı...Sarah Jio'nun bir eserini okurken Virginia Woolf'un "Yıllar"ını not almıştım. Kitabı ararken, bu kitaptan yola çıkılarak çekilen "Hours" filmini görmüş, üç büyük oyuncuyu görünce de seyretmem gerektiğine dair kendime telkinde bulunmuştum. Bugün tezden bunaldığım bir vakit ara verip filmi izledim. 3 efsane oyuncu başrolde : Merly Streep, Juliane Moore ve Nicole Kidman, Nicole Kidman, kafasından seslerin eksik olmadığı ve sonunda kendini cebine taş doldurup nehre bırakan, eşine  Leonard, aramızda hep yıllar var, hep yıllar, hep aşk, hep saatler notunu bırakan Virginia Wollf rolünde, 3 kadın 3 farklı zaman dilimi ve birbirinden bağımsız gibi görünen ama birbirine bağlanan 3 farklı hikaye...Eminim ki izleyenlerin çoğu çok sıkılmıştır, ama ben çok beğendim. Öncelikle Nicole Kidman'ı tanımanız mümkün değil, Merly Streep hakkında söz söylemeye gerek yok, kendisi zaten ödüller kraliçesi ancak hem Kidman hem de Juliane Moore'un oyunculuğu müthiş. Tüm bu bunalım ve delillikle geçen filmin içinde beni en etkileyen sahne ise Juliane Moore'un oynadığı hikayeden bir kısımdı. Moore kocasının doğum günü için bir pasta hazırlar, oğlu ve karnındaki bebeği ile masada otururken kocası, masadaki oğluna ne kadar mutlu bir adam olduğunu, karısını ne denli çok sevdiğini, nasıl da hep bu hayatı hayal ettiğini anlatır. Mutlu bir aile tablosudur. Beni dehşete düşüren nokta ise, küçük oğlan ve adamın bilmediği gerçektir. Ne mi? Kadın sabah oğlu ile pastayı yapmış, sonra çantasını 4 kutu ilaç ile doldurmuş. Daha sonra oğlunu alıp araba ile bir komşuya bırakmış, bir otele gidip oda kiralamış ve elinde Virgina Woolf'un eseri ve ilaçlarla yatağa uzanmıştır, kitap bittikten sonra ilaçları yutup hayatına son verecektir. Ama son anda yapamayıp yataktan fırlayıp oğlunu bıraktığı yerden alıp eve dönmüştür. İşte dehşete düşüren nokta tam da bu. Yani kadın kendini öldürecek kadar o eve o hayata ait olmadığını düşünürken kocası ne denli mutlu bir hayatı olduğunu söylemektedir. Ve bu sahne etrafınızı dinlediğinizde, maskeler indiğinde ne kadar da tanıdık gelir!

Filmde yoğun bir mutsuzluk, yalnızlık ve intihar olgusu var. Sizi müthiş derecede içine çekiyor. Fondaki müziğin de etkisi var gibi. Richard'ın camdan atlamaya hazırlandığı sahnede kendimi tutamadım, bir yandan ağlarken diğer yandan "şimdi şurada ölsem ne kaybederim ki" diye düşündüm. Tüm umutlarım bitmiş, müthiş bir yalnızlık ve mutsuzluk denizinde gibiydim. Woolf'un tüm kederi diğerleri ile beni de sarmıştı. Sanki o an, zaman durmuştu ve sonra neden ölmeli diye düşünmüştüm, evet neden öyle ya neden ölmeliydi? Cevabı ise yine Woolf vermişti :kalanların hayatına daha çok değer vermemiz için...Ne ilginç kalışlarımız  da gidişlerimiz de hep bundandı. Başkalarının hayatına değer katmak onları mutlu etmek için...Yani ölüm vardı aslında ama ben bir kez daha yaşamayı seçmiştim!