24 Ekim 2016 Pazartesi

Reklam Savaşları

Okul mesaisi bitip de eve geldiğimden beri o kadar çok iş yaptım ki-yemek, çamaşır, temizlik vb-, "artık yoğurdumu yiyip uyuyabilirim" dediğimde saatin 20.30 olduğunu görünce inanamadım. Kışın güzel yanının bu olduğunu unutmuşum, bu sayede kış akşamları bolca kitap okuyabiliyorum belki bu yüzden de kışları çok seviyorumdur. Hazır uykuya çok varken, blog başına geçip reklam savaşları hakkında biraz yazayım dedim. Bloğu düzenli takip edenler varsa benim bir Clinique kullanıcısı olduğumu bilir, makyaj için değil ama "cilt bakımı" adına söylüyorum Clinique'i çok beğeniyorum. Asla da bırakmayı düşündüğüm bir marka değildi, ancak 2 gün önce itirazlarıma rağmen Lancome Paris benim cilt bakım sponsorum oldu, böyle söyleyince tuhaf geldiğinin farkındayım, ama tam da öyle oldu. Düzenli olarak kullandığım 3 parfümden biri Lancome'a ait, ben de hem parfümü satın almak hem de hazır Clinique'de indirim varken kremimi almak için mağazaya gitmiştim, ancak Lancome yetkilisi Clinique'den krem almamam için ciddi bir çaba sarf etti ve 1.500 liralık ürün hediye etti ( anlaşmamıza göre önümüzdeki 3 ay içinde Lancome dışında ürün kullanmayacağım, ayda 1 kontrol yapıp, 3 ay sonra da sonuca bakacağız, Lancome mu Clinique mi, hangisi daha etkili olmuş? Eğer Lancome daha etkili sonuç verip beni Clinique'den vazgeçirmeyi başarırsa Lancome bana sponsor olmaya devam edecek, benden istediği ise gittiğim her yerde "genç görünüyorsunuz" söylemine "Lancome sayesinde" cevabını vermem. Ama böyle olacak mı zamanla göreceğiz. 

Bu arada "Siz kıyafetinize, bakımınıza ayda 5 bin lira harcıyorsunuz sanırım" diyenlere de cevap olsun. Ayda değil 5 bin lira -yemek, seyahat, kitap vb masrafları saymazsak- 200 TL bile harcamıyorum. Son 4 yıldır kıyafetlerimin en güzel parçaları alışveriş yaptığım butiklerin tasarımcıları tarafından hediye geliyor - 11 yıldır Clinique kullanıcısı olduğumdan oradan da çokça hediye alıyorum. Önümüzdeki bir kaç ay hem cilt bakımı hem makyaj konusunda Lancome sponsor olmuş durumda, sonrasına sonra bakacağız.  Ekstra diyebileceğim tek şey aylık cilt bakımım ve saç bakımımdır ki Serbestler'in sahibi sağolsun beni pek sevdiğinden her seferinde daha da az para alıyor neredeyse yakında bunları yaptırmam için üstüne para ödeyecek !

Peki, asıl soru: ben ekran yüzü değilken değeri binlerce lira olan ürünler bana neden hediye ediliyor? Cevabı zor değil aslında, artık biliyorsunuz sosyal medya çağındayız, son 2-3 yıldır reklamların şekli de değişti. 4 yıl önce Kadıköy'den bir butikten alışveriş yaparken mağazanın sahibi personeliyle bana 2 tane elbise yollamıştı. Bu durumdan ilk başta hoşlanmayıp gardımı almıştım, ancak ardından ayrıca kıyafetlerin tasarımcısı olduğunu öğrenince ses etmeden giymiştim. Ancak zaten 4 parça kıyafet aldığımdan çok beğenmeme rağmen bütçemi aştıklarını o yüzden alamayacağımı söylememe fırsat vermeden "çok yakıştılar hediyemiz, sizden tek istediğimiz, bu elbise ile gittiğiniz yerlerde nereden aldığınız sorulduğunda adımızı verin ayrıca, sosyal medyada lütfen adımızla paylaşın" olmuştu. üzerime düşeni yapmıştım, bugün dolabımın hala en güzel parçaları onlara aittir, ne zaman gitsem benim için harika hediyeleri de vardır. Lancome hikayesi de aynı, görevli beni kenara çekip "oldukça bakımlı bir hanımefendisiniz lütfen birlikte çalışalım" dediğinde şaşırmadım çünkü bu şuna benziyor, dershaneler gider Türkiye'nin en çalışkan öğrencisini alıp ona ev araba verir sonra da çocuk ÖSS 1.si olduğunda, bunu kendi başarılarıymış gibi lanse eder.  Yani aslında size verilen bedava ürünler de bir biçimde daha fazla paranın gelişini sağlamak için. Diğer yandan üzerinde görünür biçimde marka yazan bir şeyi giymeye hep karşı olmuşumdur. Düşünsenize Levis kot alıyorsunuz, 150 TL para veriyorsunuz yetmezmiş gibi markasını gösterip bir de reklamını yapıyorsunuz ! Yani şu son yıllardaki sistem bana daha uygun, hediye olarak geliyor ben de reklamını yapıyorum. 

Diğer bir konu instagram gibi sosyal ağların son yıllarda yaratmış olduğu bakımlı kadın imajı konusu, bu biraz abartıya mı kaçtı bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa, lütfen bakımlı olmakla makyajlı olmayı birbirine karıştırmayın bu 1, ikincisi ve en önemlisi hiç kimse için değil sadece kendiniz için bakımlı olun. Böylelikle erkeklerin "eşim evlendiğinden beri kendine bakmıyor / sadece dışarı çıkarken süsleniyor " gibi klişe ama gerçek olan söylemlerine maruz kalmazsınız. Çünkü bizde maalesef hata çocuklukta aileden annelerden başlıyor, kızlarına kocaları için süslü olmalarını öğretiyorlar, bu yüzden kızlar da sadece eş adayları ile buluşmaya giderken süsleniyor belki biraz bakım da yapıyor, evlendiğinde ise amaca ulaştığını düşünüp kendine bakmaya da gerek duymuyor. Halbuki insan bir başkası için değil kendisi için kendine bakmalı - bu dediğim muhtemelen feminist bir söylem olarak algılanacak ama hiç ilgisi yok, aksine oldukça insani bir söylemde bulunuyorum- insan kendisi için kendine baktığında, sağlıklı görünüp yaşlanmayı yavaşlattığında karşısındaki de otomatik olarak onu beğenecektir. Bu sadece cilt bakım ürünleri ile olmaz tabi, sağlıklı beslenme, sağlıklı yaşam asıl faktördür. 

Lancome etkilerine gelince bunu 1 ay sonra yazmaya başlayacağım, verdiğim söz üzerine makyaj ürünlerini de denemeye başladım, bir müddet kullanacağım. Hem makyaj ürünleri hem temizleyicileri hem de bakım ürünlerini kullandıkça topluca bahsedeceğim. Kalitede kim ne kadar ileri gitmiş açıkçası ben de oldukça merak ediyorum. 

Görüşene dek hoşça kalın                
                

9 Ekim 2016 Pazar

Müzik Hiç Susmasın Ama ...

Günlerden pazar, hava puslu mevsim kışa dönmüşse, seyahat de edemiyorsak yapılacak en güzel şey daima yazdığım gibi kitap, koltuk, çay üçlüsüdür. Bayram haftası İzmir'de Konak Pier'de Remzi Kitabevi'ni gezerken güzel bir cd görmüş, ancak sonra kitaplara dalıp hangilerini alsam diye bakınırken o cd'yi unutup çıkmıştım. İki gün önce de D&R'a gidip aynı cd'yi ararken Harun Kolçak'ın "Çeyrek Asır" isimli albümünü gördüm. Cd'yi elime alıp incelerken bir kaç dakika içinde pek çok duygu halini yaşadım. Önce çocukluğuma gidip hem hüzünlendim hem gülümsedim, ardından daha yakın geçmişe gidip Harun Kolçak'ın hastane odasında ölümünün beklendiğini anımsadım ardından bu kadar kısa sürede iyileştiğini görüp şaşırdım, üstelik dostları tarafından böyle bir albümle de onurlandırıldığını öğrenince mutlu olup sevindim. 


Demek insan nefes alıyorsa daima umut var! O gün almadım cd'yi ama eve geldikten sonra hayatımda bir taş eksikmiş gibi hissettim, üstelik de minik de olsa onun yaşamına benim de bir katkım olsun istedim ve bugün gidip aldım cd'yi. Şimdi bir yandan onu dinliyorum bir yandan yazıyorum. Üstelik de en sevdiğim parçalarından biri çalıyor https://www.youtube.com/watch?v=AEK5zIQ8veQ sanırım burcumun bana en uyan özelliklerinden biri bu, geçmişime çok bağlı olmam. Yeni şarkıcıların çoğunu tanımıyorum, ama eskilerin tamamı sanki hayatımızın bir parçasıymış gibi hissediyorum. Bunu en çok da onlar yitip gittiğinde anlıyorum. Bir de eskiler bence çok farklıydı, bize örnek olabilecek öğretici, her şeyi usulüne göre yapan insanlardı.


Vakit buldukça müzik dinlemeye özen gösteriyorum, ama teze çalıştığımdan genelde enstrümantal dinliyorum. Fırsat buldukça konserlere de gidiyorum(uz). Atmosferi olağanüstü olduğundan yılda en az 1 kez Harbiye'ye gitmeye özen gösteriyoruz. Bu yıl darbe teşebbüsü yüzünden Harbiye'ye ancak yıl sonunda (Ziynet Sali konserine) gidebildik. Temmuz'daki Pink Martini konserimizi iptal etmek zorunda kaldık ki, kendilerini izlemek en büyük hayallerimden biriydi, Türkiye'ye geleceğini duyunca sevinçten evin içinde dört dönmüştüm. Üstelik Sayın Saffet Emre Tonguç yanılmıyorsam İtalya'da verdikleri konserden Türkçe söyledikleri bir parçayı paylaşınca konser için daha bir heveslenmiştim ama kısmet değilmiş. Ama biliyorum ki bir kez gelmişlerse yine gelirler, ve umut ediyorum ki bir gün bu ülke Marc Anthony'i de ağırlayacak ya da kalkıp onu dinlemek için Amerika ya da Avrupa'ya biz gideceğiz. Çılgınlık mı bence hiç değil, hayat çalışıp, yemek yiyip uyumaktan ibaret değil bence! 

İki yıldır dikkatimi çeken bir durum var, ülkenin içinde bulunduğu siyasi durum, şarkıcıları da yoğun biçimde sarmalamış durumda. Eskiler bu durumu daha usulünce dile getirir ya da gösterirken, yeni nesil çok korkusuz ama bir o kadar da ayrıştırıcı ve nahoş biçimde dile getiriyor. Geçen yıl Sezen Aksu'nun Sanatta 50. Yıl kutlamaları kapsamında Harbiye'ye gitmiştik. Arka planda müthiş bir platform yapmış oradan geçmişten günümüze hem sanat camiasına hem de ülkenin siyasi gündemine dair görüntüler akıyordu. Ara verildiği zaman bazı seyirciler, görüntülere tepki gösterip "AKP ile yollar ayrıldı tabi şimdi böyle oldu" şeklinde söylemlerde bulunmuştu. O zaman durumu çok fark edememiştim, çünkü Sezen anımsadığım kadarıyla hiç bir siyasi söylemde bulunmamıştı, ama ardından 30 Ağustos'taki konserine yeşil, beyaz, kırmızı, sarı elbisesi ile çıkınca üstelik halkın tepkisiyle bir açıklama da yapınca işin rengi değişti. Babasının Gülen cemaatinden olduğunu evet biliyoruz ama O bizim "Minik Serçe"miz, beste makinamızdı. İster istemez üzülüyor insan, üstelik Tarkan'ın bu seneki çıkış parçası "Cuppa"nın sözleri de Sezen Aksu'ya ait, darbe girişimi öncesi piyasaya sürüldü, şarkının sözleri girişimin daha yapılmadan Sezen'in haberi olduğunu gösteriyor gibi kafama takılansa Tarkan'ın bunu bilerek mi yoksa bilmeden mi okuduğu kısmı oldu. 


Bu yıl Ziynet Sali, Harbiye'deki açılışını Mevlevi sema gösterisi eşliğinde "ne olursan ol gel" konseptinde bütünleştirici bir şarkı eşliğinde yaptı. Aynı konserde Derya Köroğlu da vardı. Onun gelişi aslında yalnız benim değil milletçe hepimizin geçmişimize ne denli bağlı olduğumuzu görmemi sağladı, o kadar ki O sahnedeyken Harbiye yıkılıyor sandım, eşim bile öyle bir havaya girdi ki (her yıl nazlanarak gelen eşim) "bize hemen bir Yeni Türkü konseri bul gidelim" dedi. Derya Köroğlu 2 parça söyleyip gitmek üzereyken hem seyirci hem Ziynet Sali bırakmayınca bir parça daha söyledi parça bitmişti ki "hadi bu da benden olsun bu sefer de ben gitmiyorum" dedi ve "Yıllardan Sonra" yı  https://www.youtube.com/watch?v=v9OhV7MXlgk söyledi. Sonra koşar adım gitti. Çok sevdiğim bir parçasıdır, ama o an acaba bilinçli bir seçim miydi diye düşünmeden edemedim. Çünkü çoğu insan bilmez ama Derya Köroğlu bu şarkıyı Deniz Gezmiş için yapmıştır, sözlere bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Ben Deniz Gezmiş kısmından değil ama müziğinden çok hoşlandığımdan hala sık sık dinlerim. 

Ziynet Sali'den 2 gün önce SAÜ'de, son zamanlarda meşhur olan bir şarkıcının konseri vardı, (ismini yazıp yazmamak konusunda kararsız kaldım)ben de hazır dibimize kadar gelmiş diyerek gittim. Özellikle Türk sanat müziği ya da eski pop klasiklerini cover yapmasıyla meşhur bir isim, güzel bir ses. Fakat konserdeki herkesle beraber resmen şok geçirdik. Hep bir ağızdan "Öyle dudak büküp de hor gözle bakma, Bırak küçük dağlar yerinde dursun, Çoktan unuturdum ben seni çoktan, Ah bu şarkıların gözü kör olsun" diye güzel güzel şarkı söylerken Öyle söylemlerde bulunmaya başladı ki tedirgin olmadım dersem yalan olur, üstelik SAÜ konserlerine eşim gelmez, ben daima yalnız giderim, çocuklar şarkıcıya saldırmasın diye çok dua ettim. Allah'tan kimse bir şey söylemedi, tepkili olmalarına karşın beklemediğim şekilde kibar davrandılar. Sahnedeki bir kadın değil de erkek olsaydı aynı şekilde davranırlar mıydı bilmiyorum. Şarkının ardından "Biz 3 bahar önce sokaklardaydık siz neredeydiniz" diye başladığı sözüne, "kandırılanlar var kandırılmayanlar var" diye devam edip, "işte o günleri anlatan bir parça yazdık hadi hep beraber" diyerek parçanın içinde o zamanın başbakanına ve yanındakilere alenen "onlar hep böyle puşttu" şeklinde küfür etmek, oldukça nahoştu. Oradan çıktığımda bir kez daha aynı şeyi söylemeden edemedim, "kimse bu ülkede özgürlük yok demesin !" Evet ne müzik, ne sanat asla susmasın hep var olsun ama muhalefet ediyorsak da, hoşlanmıyorsak da bunu usulünce, ve terbiyeli şekilde yapalım. Eminim ki o konser salonundakilerin yarısı bir daha o kadının konserine gitmez. Üstelik onunla aynı paydada buluşmadığından da değil, muhalefet tarzını beğenmediğinden. Çünkü sizin bu biçimde adlandırdığınız kişinin bir ailesi bulunmaktadır, üstelik bu halkın neredeyse yarısının oyunu da almıştır. Yaklaşık 15 yıldır bu ülkenin başında kalabilme başarısını sağlamış bir ismi, sever ya da sevmezsiniz ama asla onu küçük görüp, hakaret edemezsiniz. Üstelik bu tür bir tavır birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. Ve bence toplumun öncülük eden isimleri ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalıdır. 

Not: Hiç bir vakit kısa yazamıyorum, hep uzun oluyor, anlatacak ne çok şeyim var ben de şaşıyorum kendime. Bu arada Ziynet Sali konseri muhteşemdi, geçen yıl şehit haberleri dolayısıyla iptal etmiştik, bu yıl kısmet oldu, bundan sonra da daima peşindeyiz. Özellikle 70lerin Gazino parçaları ve Orhan Gencebay parçalarıyla büyüledi bizi, şiddetle tavsiye edilir, ayrıca insan ister istemez şunu da düşünüyor, Orhan Gencebay bir konser verse de ölmeden onu da bir izlesek, Olmaz mı, ne güzel olur değil mi ???              

4 Ekim 2016 Salı

Burada Neler Oluyor !

Diyorlar ki çok geziyormuşum !!! Akşam haberleri izleyince az bile yapıyormuşum gibi geldi. Trafik kazasında polis öldürüp tahliye olan mı istersiniz, takıntı haline getirdiği radyocuyu sokak ortasında sırtından 30 kere bıçaklayıp bırakılan mı  - üstelik kadın daha önce aynı radyoda çalışanlardan birini bıçaklıyor, bir diğerine kezzap atıyor, bu arada malum trafik kazası malum şahısın ilk kazası da değil, kendisi defalarca kaza yapmış bir hız tutkunu bilesiniz, bir yandan evine tüp alacak parası dahi olmadığı için intihara kalkışanı mı istersiniz, yok yok! Siyasi olaylara, akademideki ayak kaydırmalara, yoğun kadrolaşmalara, kıskançlıklara vb şeylere değinmiyorum bile. Ülkenin resmen çivisi çıkmış! Gerçekten oturup da kafayı bunlara mı takayım, pazar sabahı evde sakin sakin kahvaltı ederken kendimi bir anda televizyondaki habere bağırırken buldum, sesimin tonunu o ayarda gördüğünden eşim resmen şok geçirdi. İşte bu yüzden haber vb şeyler izlemek yerine gezi ya da yemek programı izliyorum. İkisi de hoş bir mutluluk ve huzur veriyor. Aksi halde sinir hastası olmamak mümkün değil. 

Bir de diyorlar ki tüm bunlar eğitimle çözülürmüş, biz yıllardır eğitimi oturtamamışız, az okuyan bir milletmişiz. Eğitimi oturtamadığımız doğrudur da bunların çözümünün eğitim olduğu küllüyen yanlıştır. Bu ülkenin tek büyük sorunu vardır, o da hukuksuzluktur. Eğer insan haklarını temel alıp, eşit hukuk ilkesine sarılıp, düzgün yasalarınız olursa ülkedeki sorunlar yanlışlar düzelir. Uzun yıllar hukuk bürosunda çalışmış olmanın verdiği yaşanmışlıklarla hep şunu söyledim : kimin parası varsa haklı olan odur. Buyurun Sinan Çetin'in oğlu örneği, hiç şaşırmadım. Çünkü nice örneklerini gördük. Paranın açamayacağı kapı yok. Benim bu ülkede hukuk adına gördüğüm tek şey Hukukun Hukuksuzluğudur. Ve siz hukuku düzeltmediğiniz sürece isterseniz bu ülkedeki tüm nüfusu en üst düzeyde okutun ve herkes Prof. olsun hiç bir şey değişmez. Eğitim hiç bir şeyi çözmez. Sanıyorlar ki Avrupa ve Amerika'da herkes ünv mezunu, öyle bir şey yok, bence ünv eğitiminin en popüler ve yaygın olduğu ülkeler başında geliyoruz. Orada sistem ya da medeniyet yüksekliği  eğitimden değil, hukukun işlemesinden kaynaklanıyor. Eğer bir şeyler gerçekten çok okumaktan geçseydi, savcı, hakim, doktor olup eşlerini döven erkekler örneği ile karşılaşmazdık. Ya da okuyup bir yerlerin başına geçen insanların çalıp çırptığını görmezdik. Daha da vurgulu bir örnek vereyim akademisyen olup da -yani eğitimi en üst düzeyde olan çok okuyan insanların - odalarında öğrencilerini sıkıştırıp ZORLA öpmeye kalkıştığını, sonra da işi pişkinliğe vurdukları yetmezmiş gibi bir de utanmadan millete ahlak dersi vermeye kalktığını bilmezdik. Bel altı mı vurdum, hiç sanmıyorum, insanların özel hayatını asla deşmem, aksine çok saygılıyımdır, çünkü özeldir ama "duygular karşılıklı olduğu sürece" fakat verdiğim örnekte gönül rızası yoktur, kızın evli ya da bekar olması karşı taraf için mühim değildir. Üstelik sevgili hocamızın rededilmesinin sonraki aşaması "bu kız çok vefasız gelip gittiği yok, zaten asabi de, yollayalım gitsin! " yani bir de silip süpürme hareketi ve hatta çok eminim ki kızın sonraki hayatında da tüm işleri ters gitsin diye ellerinden geleni ardına koymayacaklardır. 

Yani özetle yanlışlıkları asla eğitimle çözemezsiniz, bu ülkede tecavüzcüsü, katili, hırsızı, manyağı, layığıyla cezaya çarptırılmadığı sürece, en okumuşu dahi hiç umursamaz biçimde kendinde her şeyi yapma hakkı bulduğu sürece ne söyleseniz boş. 

Sonra ben ne kadar da umursamaz mışım, ne yapayım ? Durmadan gündemi takip edip, boş mavallarla memleketi mi kurtarayım ben onun yerine işimi fazlasıyla ciddiye alıp, gün içinde deli gibi tezime çalışmayı tercih ediyorum, üstelik devleti ya da onu bunu dolandırmıyorum, köşe başında birilerini sıkıştırıp zorla öpmeye de kalkmıyorum. Kalan vaktimi kaliteli geçirmek yerine bunlara mı kafa yorayım, en güzel yıllarımın iş yerinde bunlarla heba olduğu yetmemiş gibi uzak durmak için çok çabalama karşın okulda bir dünya delisiyle de uğraşıyorum zaten.   

Not: - Seyahat bloğumdaki son yazıda -Nice yazısında - geç haber verdin denildiği için hemen haber ediyorum Pegasus yine kampanya atmış durumda, satın almak için 6 Ekim son tarih, üstelik akademik personel olan bir arkadaşım gezmek adına yurt dışına izin verip verilmediğini sormak için üniversitenin sorumlu kişisini aradığında olumlu cevap aldık, sadece süreç 1 ay sürebilir dediler özellikle yeşil pasaportlular için süreç bu şekilde, haberiniz olsun. Söylüyorum ki buralardayım deyip memlekete ya da düğüne deyip Amsterdam'a kaçmanıza gerek yok, bilesiniz!