Bugün uzun bir elektrik kesintisi yaşayınca (bilgisayar
başında yazılarımı yazamadığımdan) kendimi hemen kütüphaneme attım. Elektriğin
yokluğuna epey söylendim ama iyi de oldu ne zamandır elime almadığım edebiyat
dergilerimi karıştırıp, hem sözcüklerin ahengi ile mest oldum hem de
bilgilerimi, duygularımı tazeledim. Elektrik kesintisinin hediye
ettiklerinden biri de Orhan Veli oldu bugün. Dergi Orhan Veli’yi öyle
güzel anlatılmıştı ki ben de yazmadan ondan bahsetmeden geçemedim.
İpince bir adamdı, şairdi…Şairdi ama babasından çekinir
sigara içemezdi yanında. Avucunun içinde sakladığı sigarası, ağzına
yapıştırdığı türküsü ile çıktı bahçeye : “İstanbul’un mermer taşları /
Başıma da konuyor martı kuşları” diye mıraldanıyordu kendi
kendine. Önünde uzanan İstanbul’a baktı…Öyle bir baktı ki hiç kimse kaçamadı
onun gözünden, sonra derin bir nefes aldı sigarasından ve kapattı gözlerini.
Kapattı ama İstanbul giriyordu gözkapaklarının arasından. Sonra oturdu toprağa
ve dinlemeye başladı İstanbul’u…Önce hafiften bir rüzgar esiyordu; yavaş yavaş
sallanıyordu yapraklar ağaçlarda…Serindi Kapalıçarşı, cıvıl cıvıl
Mahmutpaşa…Loş kayıkhaneleri ile bir yalı dinmiş lodosların uğultusunu
taşıyordu içinde…İstanbul’u dinliyordu gözleri kapalı…upuzun uzanmıştı
İstanbul, sanki orada sadece onun için bekliyordu. Ona dokunsun bir şiir
yazsın, gizli bir sigara sarsın da ikisi kimseye belli etmeden içsin istiyordu:
“Uzanıp
yatıvermiş sereserpe, entarisi yırtılmış hafiften;
Kolunu kaldırmış,
koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de
göğsünü tutmuş. İçinde kötülüğü yok biliyorum
Yok benim de
yok ama…Olmaz ki! Böyle de yatılmaz ki!”
Sonra büyür Orhan Veli işsiz kalır, aç kalır para kazanması
gerekir, ama serde yoktur çalışmak şairlik kıskanç uğraş zaten havalar da güzel
mahvediyor insanı ve havalara atıp suçu bırakıyor işi
“Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden. Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;”
Ve o zaman başlıyor gökyüzünü boyamaya…
“işim gücüm budur benim, Gökyüzünü boyarım her sabah,
hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi. Deniz yırtılır kimi zaman, Bilmezsin
kim diker; ben dikerim”
“hepiniz geçim derdinde. Bir ben miyim keyif ehli içinizde?
Bakmayın gün olur ben de; bir şiir söylerim belki sizlere
dair,
Elime üç beş kuruş geçer, karnım doyar benim de”
Şiirler susunca sözü aldı babası “yazma artık
yoksul olduğumuzu” dedi. “ele güne mahçup oluyorum, sen
yazdıkça bakkal manav, kasap hiçbiri ama hiç biri para almıyor benden”
Böylece bedava yaşıyordu bir şair, hava bedavaydı su
bedava…kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava… Ama rakı şişesinde balık olmak
istiyordu o, vadenin dolduğunu biliyordu. Ölüm hemen yanı başındaydı, göçecekti
bu diyardan. Bir çukura düşmüştü vaktiyle, şimdi çıkıyordu acısı, hem de en
fenasındandı ağrısı. Şairdi şairlerin hası…elbet son bir şiir yazacaktı:
“Akşamüstüne doğru kış vakti, bir hasta odasının
penceresinde
Yalnız bende değil yalnızlık hali, deniz de karanlık gökyüzü
de
Bir acayip, kuşların hali. Bakma fakirmişim,
kimsesizmişim
Akşamüstüne doğru kış vakti, benim de sevdalar geçti
başımdan
Şöhretmiş kadınmış para hırsıymış, zamanla insan anlıyor
dünyayı
Ölürüz diye mi üzülüyoruz ki, ne ettik ne gördük şu fani
dünyada
Kötülükten gayri?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder