Bu gece
bir kez daha anlaşıldı ki ramazan tez zamanda bitmezse fazla mesai yapmaktan
beynim sulanacak. Bu seneki ramazanın
güzel tarafı ise olimpiyatlarla denk gelmiş olması (ama tabi bu benim beynimin
sulanmasını engellemiyor). Böylece bir yandan yemeğimizi yerken bir yandan
gündüz yapılan yarışların tekrarını izleyebiliyoruz. Kahvaltılarımızı genelde mutfakta yiyoruz ve
eşim bu sırada servis penceresinden yarışları izlemeye devam edebiliyor. Ancak ben
ters bir noktada olduğumdan ekranı göremiyorum. Eşim bu sabah Brezilya ve
Amerika arasındaki voleybol maçını izliyordu bir ara şöyle bir yorumda bulundu
: “ hakem Rus galiba, bembeyaz bir ten kocaman bir bıyığa sahip”, yanıt
veriyorum “tıpkı Troçki evet Rus olabilir” (hakemi
görmedim bile ancak gözüme birden Troçki’nin suratı geldi. 2 gün önce hem
bilgilerimi tazelemek hem de merak ettiğim bir şeye bakmak için Troçki’yi
okuyordum ve adamın resmine oldukça uzun süre bakmıştım gördüğüm son resim olduğundan olsa gerek direk gözümün önüne o geliyor)eşim suratıma bakıyor “o
kim?”
Hadi canım der gibi bakmıyorum bu sefer
diğer yandan ukelalık yapabileceğime sevinerek ama sıradan bir ses tonu ile, “Troçki işte” diyorum, “meşhur Lev Troçki Rus Devrimi’nin Bolşevizm’in
liderlerinden hatta Kızıl Ordu’nun
kurucusu ve komutanı, ve isminden de anlaşılacağı üzere Troçkizmin de babası”(sağdaki resim) Bakıyorum
ki eşimde en ufak bir ilgi kırıntısı yok. Halbuki sabahın bu saati güzel bir
bilgi aktarımı yapabileceğim için mutluydum. İlgisini çekebilmek için –ama yine
sıradan heyecansız bir ses tonu ile- başka bir noktadan giriyorum olaya “ama bence en ilginci de Frida Kahlo ile
yaşadığı aşk” diyorum istediğim
etkiyi yaratmış olacağım ki bakışlarını bana çeviriyor? “adam Rusya’da yaşıyorsa nasıl aşk yaşamışlar ki, o kadın İspanyol
falan değil mi?” diyor ve alıyorum sazı elime
“değil mi hayatım, üstelik o vakit
dünya henüz küreselleşmemiş bile ama Rus Devrimi’ne adını vurmuş bugün hala önemini koruyan bir
adamla resme damgasını vurmuş Meksikalı
bir kadının aşk yaşamış olması ne ilginç”. Beni tarihte de en çok etkileyen
böylesine ünlü isimlerin yaşadığı aşklar olmuştur. Bir de dönem malumunuz
şimdiki gibi değil, yazılan mektupların, şiirlerin haddi hesabı yok. İnsan okumaya
doyamıyor. Troçki ile Kahlo arasındaki
aşka gelince, Troçki Lenin’den sonraki ikinci isim konumundadır. Ancak Lenin
ölüp de iktidar boşluğu çıkınca Troçki Stalin ile iktidar kavgasına tutuşmuş ve
tahmin edeceğiniz üzere kavgayı Stalin kazanmıştır. Böylece Troçki’ye de sürgün
kapısı (Stalin kendiisne suikast girişiminde bulunduğunu söyleyeip postalayacaktır
adamı) görünmüş. Troçki, Kahlo’nun eşi
Rivera’nın Meksika cumhurbaşkanından aldığı özel izin ile Meksika’ya gider ve
eşi ile birlikte misafir olarak Kahlo’nun evine yerleşir. Ancak bu esnada Kahlo
ile eşi 2. Kezdir boşanmış olduklarından Rivera San Fransisco’da bulunmaktadır.
Bu misafirlik döneminde Kahlo ile Troçki arasında aşk, hatta bir ilişki başlar
ancak Troçki’nin eşinin bu ilişkiyi fark etmesi üzerine
Kahlo ilişkiye son
verir. Şimdi buradan bakıldığında pek de ahlaklı ve adilce görünmüyor insana,
sonuçta aşk yaşadıkları evin içinde Troçki’nin eşi de vardır. Ama söz konusu
Frida olduğunda adaletten pek söz etmemek gerekir değil mi? Hayat ona da pek adil davranmamıştır, çocukken
çocuk felci geçirmiş, henüz bedeninde bunun fiziksel etkisi ile yaşamaya
çalışırken okuldan geldiği bir gün içinde bulunduğu otobüs bir tramvayla
çarpışmış. Frida bu kaza sonunda pek çok kişinin aksine ölmemiş ancak ölmekten
beter olmuş (omurgası bel bölgesinden 3 noktadan kırılırken köprücük kemiği ile
kaburgaları da kırılmış, yetmemiş sağ bacağı 11 yerinden kırılıp ezilmiş, sol
omzu çıkmış, leğen kemiği 3 farklı yerden kırılmış en korkuncu ise çelik çubuk
karnının sol tarafından girip cinsel organından çıkmış). 32 kere ameliyat
edilen Kahlo resmen doktorlar tarafından bir puzzele gibi yeniden inşa edilmiş.
Ancak yeterli olmamış çocuk felci
yüzünden sakat olan bacağı kangren olunca kesilmek zorunda kalmış, kadın
ömrünün sonuna dek korseler içinde, fiziksel acılara mahkum kalmış. Zaten Kahlo’yu
Kahlo yapan da bu acılar zinciri olur. Kadın o kadar çok acı çeker ki çektiği
acıların etkisini hafifletmek için ailesinin desteği ile resme tutunur ve
durmadan resim yapar. Yatağa mahkum olduğu sıralarda tavanına astırdığı ayna
ise kendisine ait muhteşem otoportreler yapmasını sağlar. Sonrası mağlum hikaye
Rivera ile tanışması aşkları evlilikleri boşanmaları yine evlilikleri yine
boşanmaları vs evet meşhur olmasında eşinin etkisi yadsınamaz ama yaptığı
muhteşem tabloların özünde yatan şey acılarıdır, tıpkı Van Gogh’u da Van Gogh
yapan etki gibi. Her ikisinin de yüzyıla damgasını vurmasını sağlayan şey
tutundukları acıları, sahip oldukları delilikleri, ruhlarının bedenlerine
sığamayışıdır. Bu sıkça düşündüğüm bir
sorudur Van Gogh da Kahlo da bu denli
acıya sahip olmasaydı o denli büyük olabilirler miydi ya da yine aynı
resimlere imza atabilir miydi, hiç sanmıyorum.
Kahlo o kazayı geçirmeseydi, ressamlarda şok etkisi yaratan “Kırık Kolon”
isimli eserine(sol üstteki) imza atabilecek, yatağa mahkum olduğu dönemlerden kalma ayna ve
otoportre ilişkisini kurabilecek miydi?
Ya Van Gogh, meşhur “yıldızlı gece”(sağdaki) tablosunu yinelenen bir krizi esnasında yatırıldığı akıl hastanesinin küçücük
dört duvar arasındaki odasından gökyüzüne açılan minik penceresinden bakarken
yapmıştı. Eğer Van Gogh, o deliliğe
sahip olup, o hastanede yatmasaydı yine o resmi yapmış olacak ve ben sadece o
resmi bıkmadan usanmadan saatlerce izleyip, Van Gogh’un acılarını tek bir
resimde onunla paylaşabilecek miydim? Bunları
tam olarak asla bilemeyiz ama bildiğim bir şey varsa o da (yukarıda da
belirttiğim gibi) ikisinin de acılarına tutunduğu ve ikisini de var edenin bu
olduğudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder