22 Haziran 2018 Cuma

Biraz Kitap Biraz Film

Bir önceki yazıda Ursula K. Leguin'in "Karanlığın Sol Eli" isimli kitabını bitirince eserin kritiğini yapacağımı söylemiştim. Asında o yazıdan bir kaç gün sonra kitabı bitirdim ancak çok yoğun ve koşturmacalı bir iki ay geçirdiğim için yazmaya fırsatım olmadı. Ama neyse ki okumaya fırsat yarattım, tatildeysem denizde havuzda, evdeysem balkonda hamakta, hatta bugün biraz değişiklik olsun diye okulun yeşilliklerinde, bu sayede o kitaptan sonra birkaç kitap daha bitirdim. O yüzden tek bir kitap kritiği yapmak yerine iki aylık süre zarfında okuduğum ve ayrıca izlediğim filmlerden kısa kısa bahsetmek istiyorum.

"Karanlığın Sol Eli" soğuk bir gezegende geçtiği için mi bilmem ama ilk başlarda hayli soğuk ve alışması zor bir kitaptı, ama okudukça sevdiğim bir eser oldu. Bazı günler hikaye gereği birbirinin aynıymış gibi geçmesine rağmen yazarın her saati ayrı kelime ve cümlelerle kaleme alması ise takdire şayan bir durumdu. Kitap bittiğinde hüzün ayrıca içimde koca da bir boşluk hissettim, bu da kitabın başarılı olduğunu gösterir. Alışık olmadığım bir tür olmasına rağmen kitap beni kendine bağladı, o yüzden tavsiye ederim.

Gabriel Garcia Marquez'in "Kolera Günlerinde Aşk" isimli kitabı insana vay be dedirttiriyor. Yazarınki ne büyük bir sabır, ana karakterlerin gençliğinden yaşlılığına dek süren hayatlarını ve aşklarını kaleme almış. Kolera zamanı geçtiği için başlık da Kolera Günleri'nde Aşk olmuş. Yazarın ana karakterini ahlaksız bir adam, dolayısıyla yazarı da sapık ilan eden okuyucular olmasına karşın -benzer ama farklı bir yorumu "Benim Hüzünlü Orospularım" isimli eserinde ben de yapmıştım - kitapta ciddi bir emek var, ilmek ilmek işlenmiş, okuyun derim.

Zeynep Selvili Çarmıklı'nın "Pembe Fili Düşünme" isimli kitabı ise sırf popülaritesinden dolayı satın aldığım fakat çok beğendiğim bir eser oldu. Hem akıcı hem öğretici bir tarzı var. Üstelik klasik psikolog söylemlerinden farklı ve kendi başına gelenleri anlatması kitabı ayrıca çekici yapmış. Bence ikincisini de yazmalı. Miami'de okumuş olan yazarın anlattıkları, iyi bir üniversiteden mezun olmanın nasıl fark yarattığını düşünmeme neden oldu. O kadar ki Türkiye'de de çok iyi okullar olmasına rağmen, çocuğum olduğunda Amerika'da mı eğitim aldırmalıyım diye düşünmeden edemedim. Kitabı özellikle panik atak hastaları okusun derim, panik atak değilseniz de okuyun epey güzel.

Çocukluğuma damga vuran ve beni araştırma delisi yapıp, ilmin ve bilimin her alanına ilgi duymama neden olan (ilk basımı 1968 olan)Erich von Daniken'in "Tanrıların Arabaları"nı 28 yıl sonra yeniden satın aldım, ve tekrar aynı ilgiyle okudum. Tabii ilk seferinde ben değil, ağbim alıp eve getirmiş, ben de deli gibi okuyup uzaylılarla yatıp kalkmıştım, kitap beynime o kadar nüfuz etmiş ki ilk okuduğum andan bugüne dek kitapta yazanları insanlara defalarca anlattım. Kitabı 28 yıl önce okumama rağmen sanki dün okumuşcasına anımsıyor olmak beni çok heyecanlandırdı. İlk okuduğumda astronot olmaya kararlıydım, şimdi trilyon verseler gitmem, uzay mekiğinin içinde sıkıntıdan ya birini ya kendimi öldürürüm :) Değil uzaya yurt dışına yaşamaya gitme fikri bile sıkıcı geliyor artık.

Bunların dışında okumak için satın aldığım ve sırada bekleyen kitaplar da var. Sunay Akın'ın "İstanbul'un Nazım Planı" , "İstanbul'da Bir Zürafa" eserleri ile Haruki Murakami'nin "İmkansızın Şarkısı" ayrıca Modern Klasikler Dizisinin "İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları" isimli kitapları. Bunları okuduktan sonra da kısa kısa kritik yapmaya çalışacağım. Haruki Murakami'nin ilk sayfayı açtığınızda müthiş bağlanıyorsunuz. Ama ben kısa öyküler peşinde olduğumdan Modern Klasikler ile devam etme arzusundayım.

Bu arada çok kısa bir kaç film önerisinde de bulunmak istiyorum:

"La Casa de Papel", başına hiç istemeyerek oturduğum, sonra da başından kalkamadığım bir film oldu. Dizinin temposu şahane, kurgusu harika, karakterler müthiş yalnız filmi çocuklardan uzak tutun derim. Bu müthiş yapımdan dolayı İspanyollara kocaman bir alkış. Filmi Netflix satın aldıktan sonra dünyada büyük bir hayran kitlesi yakalayan film, Netflix'in oyuncularla anlaşması ile yeni bir soygunla ekranlara dönecek, yayılan söylentilere göre yeni sezon Türkiye'de çekilecekmiş, doğru mu değil  mi birkaç ay sonra öğreniriz.

Herkesin yine övgü ile bahsettiği "West World" ise fikir ve tema olarak çok iyi ancak, ilk bölümden itibaren beni bunalttı, o yüzden her akşama bir bölüm yaptım öyle bile ancak üç akşam dayanabildim, bir daha da izlemedim. Çünkü tekrarlardan ve aynı döngüden hoşlanmıyorum, benim için film demek hızla akan, şaşırtan, meraklandıran kurgu demek. Zaten o yüzden televizyon izleyemiyorum.

Bir başka film ise "Big Beng Teory"cilerin yakınen tanıdığı Sheldon Lee Cooper'ın çocukluğunu anlatan "Young Sheldon". Big Beng Teory'yi kesintili de olsa yaklaşık on yıldır takipteyim, ilk yıllar sürekli izlerdim sonraki yıllar izlemeyi bırakıp eşime sorma yolunu seçtim. Ancak "Young Sheldon"a bayıldım, hem bu hali çok daha insani ve tatlı.



Bir iki sinema filmine gelecek olursak bu yılki Avengers gereksiz uzundu, hayli yordu vaktiniz bolsa izleyin derim. Avengers öncesi gösterime giren ve artık Avengers takımında olan Black Panther ise epey güzeldi. Bu arada "Ailecek Şaşkınız" da bu yıl gösterime girdi sanırım. Murat Cemcir ile Ahmet Kural çıtayı yukarı çekmeye devam ediyorlar. Çok eğlenceli bir filmdi izleyin derim. Ben Saadet Işıl Aksoy oynadığı için filmin epey iyi olabileceğini düşünerek gitmiştim gerçekten iyiydi.

Uzun zaman yazmayınca yazı hayli kalabalık oldu.

Görüşene dek sevgi ile kalın.



Not: Bunları yazarken aklıma çok acayip bir hikaye geldi, ancak şu an saat gece yarısını geçtiğinden onu ancak yarın yazabilirim. Okuyun derim eminim ki epey eğleneceksiniz :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder