Son zamanlarda sık sık dile getirdiğim "zaman fazlalığı" meselesi, son günlerde bize durmaksızın pişen pasta börekler şeklinde yansımaya başlayınca, bunun daha fazla bu şekilde süremeyeceğine karar verdim (dün gece 11 de kalkıp börek pişirdim ve bu, bu hafta içinde ikinci böreğim oldu). Üstelik sadece 1 gece önce yapılıp yenen börek değil, gün boyunca yapıp yemeyi sürdürdüklerim de cabası, sonunda eşim evden kaçtı, "maça gidiyorum ben" deyip çekip gitti :)) O gider gitmez tatlı bir şey mi pişirsem acaba diye bir an aklımdan geçirdim ama sonra tatlı arzumu dindirmek için latte yapıp içtim, aradan bir saat geçti su almaya indim, çalışma odama dönerken içimden inanın evin merdivenlerini yemek geldi :o kahve rengi ahşap bir anda gözüme tatlı gibi göründü. Sonra kendimi telkin edip en azından yeğenimin zorla açıp başıma bıraktığı ama hiç üzerime almadığım bloğa bir iki bir şey yazarsam belki yapıp yemiş kadar olurum dedim. Başladım bir kaç tarif atmaya, yazmıyorsun tariflerini bizden saklıyorsun diyen hanımlar buyurun tarifler (zaten bende başka yerlerden bulup yapıyorum) http://halaminkitcheni.blogspot.com.tr/2015/09/frnda-kasarl-mantar-dolmas.html
Kesti mi tabi ki hayır ama en azından bir duruldum. Bir müddet düşündüm, bunalımda mıyım, neden bu denli mutfağa atıyorum kendimi diye ama hayır bunalımda değilim. Yengem geçen yaz nedenini anlayamadığımız (kendisini de anlayamadığı bir biçimde) bunalıma girmiş 1.5 ay boyunca durmaksızın pişirmişti, çılgın gibi yiyorduk, ben yine haftada en fazla 2 gün orada duruyor hafta içleri yakıp dengeliyordum o hiç durmadan yapıp yemişti. Evin mutfağı açık büfeye dönmüştü, tezgahın üzerine sürekli yeni yiyecekler koyuyor, biri bitti mi yerine farklı yeni bir şey yapıyordu. 1,5 ayın sonunda bir akşam (dünya kadar yiyecekle birlikte)tavuk kızartmıştı, çılgın gibi tavuk butunu yerken bir anda bana baktı ve şöyle dedi "inanamıyorum, doydum". O an herkes bir oh çekmişti. Bir an, ben de mi öyle oldum, diye düşündüm ama değil. Ruh halim de keyfim de gayet iyi, çok şükür! Aslında her daim yemek pişirmeyi seviyordum ama vakit bulamadığım için abartılı yapmıyormuşum demek. Hatta bazen oflaya poflaya yapıyordum, kötü de oluyordu. Neticede bunun boşluktan olduğuna karar verdik. Bu boşluğu doldurmak için karı-koca önce hakemliğe başvurmayı düşündük (eşim eski basketçi ben voleybolcu) üstelik yabancı dilimizin olması da büyük avantajdı. Nitekim görüşüp konuştuk da ancak 30 yaş üstü başvuramıyormuş. Üzüldük ama çok da önemsemedik. Eşim, seni bir yere antrenör yapalım dedi. Güldüm, çünkü bugün ki kulüp sayısı eskinin 20'de 1'i oranında, üstelik o iş çok disiplin ve zaman gerektiren bir iş. Evlenmeden bir - iki yıl önce eski antrenörüm, antrenörlük teklifi yapmıştı ama evlenme durumu söz konusu olduğundan, Sakarya - İzmit arası git gel, üstelik de durmadan Türkiye'yi gez, evli bir insan için sıkıntı olabilir diye kabul etmemiştim, sonra eski antrenörümü bir daha hiç görmedim ama işin cilvesine bakın ki, yakın bir arkadaşım kulübün başkanı olunca, davet ettiği için maçlarına gidip izleme imkanı buldum. Hatta izlediğimde içimden "aslında kızlar epey de iyilermiş" diye de geçirmedim değil. Yanılmıyorsam Türkiye 2.likleri ya da 1. likleri de oldu çok emin değilim. Sağolsun her maça davet eder, gittikleri her ile çağırırdı ama o zamanlar okul koşturmasından kafayı kaldırmaya vakit yoktu. Hatta şimdi beni gülümseten bir anekdot: aslında bu bloğun mimarı da odur. Ben daha lisans öğrencisiyken bana durmadan "Nesrin bize haftalık tarih semineri versen" derdi, ben "vaktim yok" derdim (cidden yoktu), sonraları "o halde blog aç, ne okuyor ne izliyor, neler yapıyorsun onu görelim" demeye başladı. O zamanlar açamasam da blog fikrini kafama o yerleştirdi, bilmem hatırlar mı ?
Neticede hayatımı birazcık hareketlendirmeye karar verdim, hem beni mutlu edip pişirmemi sağlayacak ya da hem yedirip hem de bol bol yürütüp tarihle iç içe yolculuklara çıkaracak(böylece kilo almayacaksınız) bir yol buldum. Çok pahalı olmayan ve rehber aşçı ya da gurmeler eşliğinde hem pişirip hem tadabileceğiniz (günü birlikten -1 haftaya kadar farklı periyotlarda sürebilen) hafta sonu organizasyonlarına katılma kararı aldım. İşin problemli yanı şu (sizler merak edip soruyor, nedir ne değildir, ya da yeni bir blog yaratıp oradan her şeyi at takip edelim, diyorsunuz), onları nereye yazacağımı bilemiyorum. Seyahat bloğuna olmaz, yemek bloğuna da olmaz, burası da daha çok kitap köşesi gibi... İnstagramda bir hesap mı yaratsam ? ama oraya da uzun uzun yazmaya üşenirim. Ben şimdilik bir düşüneyim sonra ne yapacağıma karar veririm. Yeni bir blog daha açmak zor geliyor. Karar verene dek bol bol fotoğraf çeker, karar verdiğimde toptan yazmaya başlarım.
Yukarıda gördüğünüz resim ise İtalya'dan kalma, ünlü şeflerle beraber pişirip, sonrasında tezgaha sıralıyor ve afiyetle yiyorsunuz. Gelip geçen de alıp yiyebiliyor. Soldan ve alttan ikinci benim ama sormayın tarifi anımsamıyorum, zaten hafızamda tarif bulunmaz. Fakat yapımı hiç zor değildi, yalnız şunu söyleyeyim kek kalıbı ne denli geniş olursa o denli güzel ve hızlı pişiyor, o yüzden pişimi kolay dağılımı güzel olmuştu. Neticede ben bir karar varabilirsem sizleri de bir biçimde haberdar ederim. Ben şimdi biraz gidip İskender Pala okuyacağım "Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk" bakalım nasılmış.
Görüşene dek hoşçakalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder