Bu nasıl bir başlık öyle demeyin, Kurtuluş Savaşını okurken, kendimi "iyi ki Yunan İzmir'i işgal etmiş" demekten alamadım. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşından yenik ayrıldı (en azından Mondros'u imzaladığında güney cepheleri çökmüş durumdaydı ve müttefikleri de savaşı bırakmıştı). Mondros'u imzalayan Osmanlı yenik olduğunu bilmekle beraber, durumunun pek de içler acısı olmadığına ya da Mondros'a dayanarak sonucun pek de kötü olmayacağına inanmış/ ya da inandırılmış/ yahut inanmak istemiştir. Ancak Mondros'un imzalanmasının üzerinden daha 1 hafta geçmeden işgaller başladığı gibi, Fransız, Yunan, İngiliz kuvvetlerinden oluşan 61 parçalık filo da 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip demirler. Bu durum karşısında basın da hükümet de elbette olayı protesto eder ama neredeyse hepsi bu. Ta ki 15 Mayıs 1919'da İzmir'e Yunanlılar çıkana kadar. Yunanlıların çıktığı ana kadar ciddi bir halk direnişi yok, hatta işgalin fikrine bile direniş yok. Neden, çünkü:
1-Halk 1912'den beri süregelen savaşlardan yorgun, her evden cenazeler çıkmış, kimse daha fazla savaş istemiyor
2-Tanzimat'tan beri Avrupa'yı model alma ve yüceltme durumu var, bu yüzden özellikle İngiliz ve Fransızlara karşı (özellikle bazı kesimde) hayranlık söz konusu
3-İngiliz ve Fransız sayesinde toplumun medeni milletler seviyesine çıkacağına inananlar var
4-Wilson ilkelerinde yer alan 12.madde ve toplumların kendi kaderlerini belirleyecek olması esasının kendilerini de kapsadığını düşünüyorlar.
Peki Yunanlılar ne yapıyor da, savaştan bunca yılgınlık gösteren halk bir anda direniş fikri ile yanıp tutuşuyor?
Aslında daha İzmir'e adım attıkları andan itibaren Yunanlıların sıradan işgalciler olmadığı etnik bir temizlik için geldiği çok iyi biliniyor. Zaten Türk halkını da hükümetini de korkutan olay Yunan'ın geleceği haberi, yoksa diğerlerinin varlığı ve işgaline çok da karşı değiller. Nitekim Yunanlılar Balkanlarda da pek çok kez etnik temizliğe girişmiş girdikleri bölgelerde ne bir Müslüman ne de bir Türk yapısı bırakmış. 15 Mayıs'ta İzmir limanına çıktıklarında, Gazeteci Hasan Tahsin (Osman Nevres)'in silahından çıkan merminin Yunan bayraktarı vurması ile birlikte Yunanlılar, feci bir kıyama başlar. Etraftaki kamu binalarından kendilerini seyretmekte olan sivillerden tutun da, Mondros Antlaşması gereği silahını bırakmış ve teslim olmak için kulübelerde bekleyen Osmanlı askerlerine kadar herkese ateş açmış, yetmemiş sağ kalanları tekmeleyerek, sürükleyerek öldürmüştür. Neden bilmiyorum ama en çok da kulübelerde silahsız biçimde teslim olmayı bekleyen askerlere üzüldüm, yani siviller beni o denli etkilemedi. Sanıyorum ki şundan, sivil zaten sivildir, yani memleketi kurtarması adına kendisinden bir şey beklenmez ama asker memleketi koruyacak yegane varlıktır, elinden silahı alınmış biçimde bu duruma düşürülmüşse gerçekten de bu bir vatan için en çaresiz anlardan biridir. Hem bir de şu yönü de var, kim bilir kaç yıldır evinden uzakta, belki çocuğunun ilk adımını bile görememiş yıllardır savaşıyor, çektiği onca zorluğa rağmen(özellikle güney cephesinde askerler uzun süre aç ve yalın ayak savaşmıştır) bir biçimde savaştan sağ çıkmayı başarmış, bırakışmanın ardından eve gidebileceği söylenmiş, çektiği onca çilenin sonu geldiğine inanmış, büyük bir umut ve özlemle eve gideceğini düşünüyor, uzun süredir omuz omuza çarpıştığı arkadaşları ve hatta komutanları ile kulübenin altında durmuş hayallerinin çok da uzak olmadığına inanmışken (ya da tam tersi Yunanlıların muhakkak kötü bir şeyler yapacağını bilerek ve öylece savunmasız halde, başına gelecek kötü şeyleri sıralarken) bir anda (elinde silahı ve sığınacak bir siperi de yokken), tepesine kurşun yağıyor, yetmiyor sağ kalanlar Yunan askerlerinin dipçikleri arasında hakaretler, yumruklar, tekmelerle ölüm gemilerine dolduruluyor. Ve bu gemilerde müttefik komutanları serbest bıraktırana kadar aç ve susuz bırakılıyor.
Gerçekten çok üzücü, o askerler ve bir millet adına. Gerçekten çok vahşi ve insanlık dışı bu ayıba imza atan Yunanlılar adına. Ve tabi onları destekleyen İngiltere ve Lloyd George'u da unutmayalım. Yunanlılarla başlayan vahşi işgaller sonrasında Mülümanlar da Yahudiler de toplumun aşağılanan sınıfı oluyor, elinden alınan malı mülkü bir tarafa da ezilen gururunu ne yapacaksın? Adamların tiyatroya girişi, hatta toplu taşıma araçlarını kullanması bile yasak. İşte bu koşullardan yeni bir millet yeni bir hareket doğar, o yüzden Lloyd George ve finansörü olan 2 Yunanlıya bence büyük bir teşekkür gerek.
Düşünsenize İzmir'i işgal eden aslında ilk anda planlandığı gibi İtalyanlar olsaydı ne olurdu? Hiç, evet hiç bir şey olmazdı. Carolli'nin Mandolini'ni izleyenler ne demek istediğimi az çok anlar. Filmdeki gibi, kibar İtalyanlar (filmde Türk kızı değil tabi) Türk kızlarına gönlünü kaptırır, bir yandan her yerde aşk kelebekleri uçuşurken diğer yandan memleketi tatlı tatlı işgal ederler. Bu arada filmdeki gibi minicik bir direniş kuvveti de çıkar elbette, ama yani böylesi kibar adamlara kim ne diye karşı dursun değil mi ama? Yani direnişin halk desteği olmaz. Nitekim güney bölgesi(Bodrum civarları) İtalyanlar tarafından işgal edilmiştir ancak İtalyanlar halka kötü davranmak bir tarafa daha onlara yaranmaya, kendilerini sevdirmeye çalıştırmıştır. Bu bence işgalin en tehlikeli olanı...Zaten Sivas Kongresinde doğu ve batıdaki müdafa-i hukuk cemiyetleri arasındaki problemden de bu dediğim neticeye çıkabiliriz. Batı taraf doğu ile birleşmek istemez çünkü, her kesimin sorunun farklı olduğunu düşünmekle beraber Mustafa Kemal ve yanındakiler tüm işgallere karşı çıkarken Batı yalnızca Yunan'a karşıdır, diğer işgallere karşı değildir. Bu sebeple doğu ile birleşmek istememektedir.
Sonra bu olayların bir benzeri Kilikya'da Fransız komutası altındaki Ermeni Lejyonunda da gözlemlenmekle beraber, bir müddet sonra Fransız komutanlar duruma müdahale edip lejyonu dağıtmış, yetmemiş bir de Ermenilerin peşine düşmüştür. Ermenilerin Anadolu halkına yapmak istedikleri ile Yunanlıların yapmak istedikleri arasında bir fark yoktur. Ama bence büyük fark Fransız başbakanı ile İngiliz başbakanı arasındadır. Sonuçta Lloyd George desteklemediği müddetçe Yunan bu tür bir kıyama girişemeyeceği gibi önce Clemenceau ardından gelen Poincare sayesinde Fransız daha temkinli ve dikkatli yaklaşmış. Bu durum Lloyd George'un cehaleti ve politik hırsından kaynaklanırken, Clemenceau ve Poincare'ın ön yargısız, bilgili ve ayrıca da öngörülü olmasından kaynaklanmıştır.
O yüzden Lloyd Geroge'a ve Yunanlılara politik hırslarından dolayı belki de bir teşekkür borçlu olabiliriz, tarihin bir cilvesi olarak ise Lloyd George'un ve Yunanlıların yaptığı kıyamları an be an İngiltere kamuoyuna duyuran ve halkın Lloyd George ve Anadolu işgalindeki desteğini çekmesini sağlayan, bu sayede yıllarca suçsuz yere hapislerde çürütülen Türklerin hapisten çıkarılması konusunda İngiliz Kraliyet Hukuk Bürosunu harekete geçirip, başbakanın üzerine salan kişi Toynbee olmuştur. Hani şu Türkler Ermenileri katletti diye dünyaya yayan adam.
Stanford Shaw diyor ki, Anadolu'dan an be an yayınladığı raporları ve daha sonra yaptığı çalışmalarından dolayı Toynbee, Türklere ve İslam'a verdiği zararları en azından kısmen telafi etmeye çalışmıştır. Ama niyeyse ben durumun böyle olduğuna inanmaktansa, bunun da politik bir manevra olabileceği kanısındayım. Yani muhtemelen desteklediği ve desteklendiği politik isim, Lloyd George'un muhalifi konumuna geçmiştir, o da şimdi yeni hedef olarak kendini onu bitirmeye adamıştır. Makalenin kenarına "Toynbee'de bir Fatih Altaylı gördüm" diye yazmışım. Ne demek istediğimi anladınız sanırım. Ama tabi bu benim fikrim, adam gerçekten de doğru yolu bulmuş olabilir.
Not: Kurtuluş Savaşı'nı okurken durmaksızın gözümün önüne Regine Deforges'in "Mavi Bisiklet" serisi geldi. Kitap Fransa'da geçer, 2.Dünya Savaşı yıllarında Almanlar Fransa'yı işgal eder ve roman başlar, Fransa'da yer altı direniş örgütlerinin oluşmasından tutun da Yahudilere yaptıklarına kadar her şeyi çok iyi anlatan çok da sürükleyici bir romandır. Savaşı ve işgali size birebir yaşatması bir tarafa insanın psikolojik olarak verdiği tepkileri de müthiş aktarıyor. Bugün hala dün gibi anımsıyor olmam bundandır. Yalnız ben 3.cildini (sanıyorum ki "Şeytan Hala Gülüyor" olması lazım) bitirememiştim çünkü yapılan işkencelere ruhum dayanmadı. Ama ilk 2 ciltte işkence yok, fakat çok çok iyi bir roman. Şiddetle tavsiye ederim. Onu okurken neden bizde benzeri bir roman olmadığını düşünmüştüm, sonra Milli Mücadele dönemini okurken bir kez daha aynı soruyu soruyorum, böylesine şanlı bir mücadeleye imza atmış bir toplumun neden Mavi Bisiklet düzeyinde romanları yoktur?