Sanıyorum ki, tatilin tek güzel yanı keyfine göre okuyup, canın istediği zaman yazabiliyor olmak. Bugün elime "Üç Tarz-ı Siyaset -Türkçülüğün Manifestosu-" isimli eseri almış okuyordum ki, kendimi sürekli muzipçe gülerken buldum. Gülmeme sebep olan kısımlara gelmeden evvel kitap hakkında genel bilgi vermek gerekirse, Fuat Uçar'ın hazırladığı kitap, oldukça akıcı bir dile sahip, ben elimden bırakamadım (tabi bu benim Yusuf Akçura'ya duyduğum meraktan da kaynaklanıyor olabilir). Doğruyu söylemek gerekirse ben kitabın Ziya Gökalp ile ilgili olduğunu sanıyordum o sebeple elime almamıştım ama Yusuf Akçura çıkınca benim için hoş bir sürpriz oldu. Daha onun adını gördüğüm ilk anda gülümseye başladım. Neden diye soracak olursanız, sebebi Halide Edib'tir. Derler ki Halide ile Yusuf Akçura, birbirine çok aşıkmış ve hatta aşkları "Türk Yurdu Dergisi"nin sayfalarında başlamış.Yusuf Akçura'nın kaleme aldığı "Emel ve İdeal" yazısı Halide Edib'in "Yusuf Akçura Beyefendi'ye" başlıklı Tanin'de kaleme aldığı cevabı ile aralarında karşılıklı bir yazışma başlamış, bu karışılıklı yazışmalar, Yusuf Akçura'nın "Halide Hanımefendi Hazretlerine" isimli yazısıyla romantik bir hâle dönüşmüştü, Yusuf Akçura, Halide Edib'in Tanin'de kaleme aldığı yazısına karşılık yazdığı cevap niteliğindeki makalesine şöyle başlıyordu "Muhterem Tanin'de "Emel" makaleme cevabınızı okuduğum zaman çölde vukuu mümkün olmayan mucizelerden birini görüyorum sandım. Rabbin meleğinin sesi bana doğru yolu gösteriyor gibi geldi..."(ayrıntılı bilgi için İpek Çalışlar'ın, Halide Edib'ine bknz) Nitekim aralarında bu şekilde başlayan bir aşk vukuu bulur ancak daha sonra Yusuf Akçura'nın aşırı milliyetçi kimliği bu ilişkinin bitmesine sebep olur. Aktardıklarına göre Yusuf Akçura, Halide'nin babası dönme olduğu için bu işin olmasının imkansız olduğunu belirterek, Halide'ye bir daha yüz vermez. Üstelik bu kadarla da kalmaz, Halide için daha sonra hep şöyle der "o kadın büyücü"...
Neden mi, çünkü Halide yaptığı konuşmalarda insanlar üzerinde müthiş etki bırakan bir isimdir. Niye mi, çünkü o zamanın Osmanlısına bakıldığında çok üst düzey bir beyne sahiptir, o zamanın sayabileceğiniz 50 önemli ismini toplasanız ancak bir Halide eder. Haa şimdi gelelim asıl meseleye, ben niye Yusuf Akçura'yı çok merak ediyordum, işte tam da bu sebepten. Halide ilk eşi Salih Zeki'ye çok aşık olmuş, ancak eşi eve bir kadın getirince kendi çocuklarından utanıp eşinden boşanmıştır. Halide kadar dolu bir beyne sahip bir kadının kocası nasıl olur diye merak ediyor insan, Salih Zeki gerçekten dolu dolu bir insandır, zaten Halide bu yüzden ona aşık olmuştur. Yusuf Akçura'yı da o sebeple heyecanla okudum ne tür meziyetleri varmış diye, ancak "Üç Tarz-ı Siyaset"inden başka bir şey göremedim, ve kesinlikle önemsizdir de demiyorum ama yalnızca varsa yoksa Türkçülük, dağarcığı o kadar. Zaten bu yönü ile Ziya Gökalp tarafından da hoş görülmemiş. Benimkisi biraz hayal kırıklığı, biraz da magazinsel, daha dolu dolu bir adam görmeyi bekliyordum. Halide'yi aşabilecek bir adam belki. Şimdi itirazları duyar gibiyim, Halide'nin babası saraylı, dönme, tabi iyi eğitim almasını sağlayacaktı, gibi söylemler. Yusuf Akçura'nın babası da Tatar burjuvasının tanınmış fabrikatörlerinden, hatta adamcağız çok istemiş oğlu Rusça'yı öğrensin diye hocalar da tutmuş ancak Yusuf Akçura pek öğrenmek istememiş (Fuat Uçar öyle diyor). Nitekim sonunda Osmanlıdaki klasik harbiye eğitimi ve ardından Paris'teki Siyasal Bilgiler eğitimi ve netice itibari ile 1903 yılında yazıp bitirdiği "Osmanlı Saltanatı Kurumları Tarihine Ait Bir Deneme" isimli tezi.
Enver Ziya Karal'a göre bu tez çok önemli çünkü :"Fransızca olarak kaleme alınmış, olayları örgütlerle kaleme açıklamaya çalışmış,sıkı bir eleştiri yapmış ve netice de Jön Türklerin Osmanlılık fikrinin boşa olduğunu, doğru olanın ulusçuluk" olduğunu söylemiş. İşte Yusuf Akçura'yı kıymetli yapan buymuş. 13.-14.yy'da uluslaşmaya başlayan bir Avrupa varken , hadi daha geç tarihe gelelim 18. yy sonu Fransız İhtilali ile hepten bu yola girmiş bir Avrupa dibinde dururken "uluslaşmak"tan bahsetmek mi büyüklük anlayamadım. 1500.ye Amerika Kıtası'nı keşfetmek gibi bir şey bence. A. de Lamartine'nin, daha III.Selim döneminde yazdığı "Osmanlı Tarihi"ni okuduğunuzda da Osmanlı için aynı vurguyu bulursunuz. Ya da pek çok Türk aydınında. Bir de şöyle bir durum var gün gelecek Ziya Gökalp'e hak vereceğimi hiç düşünmezdim ama (hayat işte), herkes elindeki devleti kurtarma çabasındadır. Ziya Gökalp'in İslamı, Osmanlıyı, Türkçülüğü bir çatı altında birleştirme çabası da bundandır. 1903 yılında ne yapsaymış Osmanlı, haydi, Türk olmayanlar dışarı, uğraştırmayın bizi, ya da gayr-i Müslim topraklarını kesip atalım mı deseymiş. Her şeyin vakti zamanı vardır. İttihat da "ulusçuydu" aslında, bunu daha 1908'in hemen akabinde gördük.
Hem, Yusuf Akçura'nın üzerine vurgu yapılan ulusçuluğunu da bir ele alalım, şimdi pek çok milliyetçi, bana kızacak biliyorum ama,
1- bir kadına "onun babası dönmeydi" o yüzden istemedim demek milliyetçilik değil, eğer gerçekten bu sebeple istemediyse, yaptığı olsa olsa ırkçılıktır (ki zaten aslında kendisi ırk esasına dayalı Türkçülük de der) (bugün kulağında küpesi var diye, milliyetçiler tarafından kapı dışı edilen ama aslında çok koyu ulusçu olan arkadaşlarım var benim) ya da karşındakinin kendisine 10 numara büyük geldiğini gördüğü için ( ya da aslında istenmeyen odur) kaçmak zorunda olduğu vakit verdiği tepkidir, yani çamur at izi kalsın, "o kadın büyücü" gibi ya da kedinin erişemediği ciğere mundar dediği durumdur "babası dönmeydi" gibi...bu durumu bir kadın olarak iyi bilirim, çünkü sürekli başıma gelmiştir. Erkekler dünyayı kendilerinin sandığından, kadınların asla ve asla zeki, çalışkan, üretken olabileceğini kabul etmez. Bazıları görüntüde öyleymişsiniz gibi davranır ama çoğu içten içe farklı düşünür. Sonra olay çamur at izi kalsına döner. En son katıldığım bir davette ayrıldığı eşi Türk olan bu sebeple iyi derecede Türkçe konuşan Amerikalı bir ekonomi profesörü ile tanıştığım vakit, doktora öğrencisi olduğumu söylediğimde elindeki şarap bardağını suratıma sallayarak "Amerika'da olsan MIT'de olurdun, Türkiye'de neredesin?" diye sorduğunda (bilmeyenler için söyleyeyim MIT söylemi aslında bir hakarettir, ben ilk tanışma anında çok maruz kaldığım için biliyorum, erkekler görüntüde iltifat ediyormuş gibi yaparak, aslında ciddi bir hakarette bulunur bu söylemle, güzel ama kafası boş olduğu düşünülen kadınlar (yahut yakışıklı ama o tür erkekler) için kullanılır-), "Türkiye'de olsan Bakırköy'de olurdun, Amerika'da neredesin?" karşılığını verdim, yudumlamak üzere olduğu içkisi boğazına kaçınca Bakırköy deyince neyi kastettiğimi anladığını da fark etmiş oldum, sonrası ciddi bir öksürük krizi, ardından klasik mahçup olmalar, bütün gece özür için, dönüp dolanmalar vs...Yani özetle erkekler genelde böyledir, dünyayı kendilerinin sanırlar, yetmezmiş gibi kendilerini çok zeki ve üstün bilirler...
2-bir anektoda göre diye aktarır Fuat Uçar "eşi Selma Hanım Akçura'dan ipek çorap istediğinde, eşine halkı yoksul olan bir ülkenin milletvekilinin hanımının ipek çorap giymesinin doğru olup olmadığını hatırlatır" bak şimdi nasıl sempati duydum...Osmanlı devam etmek zorunda değildir, diyen bir insana, şimdi nasıl içim ısındı...yahu arkadaşım senin ne işin var Türkiye topraklarında, kimin toprağını kime veriyorsun, hem madem o kadar vatanperver, milliyetçisin, gidip kendi topraklarında kendi halkını savunacaksın, ona nazaran imkanları daha iyi bir başka Türk ülkesinde değil, ha ama tabi şimdi bu Yusuf Akçura ya erkek tabi, ulusçuluk falan diyor, ne kadar önemli ne kadar kıymetli, halbuki mesela Amerika'ya gidip rahatça en üst düzeyde yaşama imkanı olan Halide, Amerika'ya gitmeyip Kurtuluş Savaşı esnasında çamur deryası içinde kendi memleketinde günlerce at koşup, aç kalıp, uyumadan çalışmış olmasına karşın adını bile anmayın, mandacı deyin, neden çünkü o bir kadın, bu kadar basit, ne yapmış ki, tonla esere (edebi - akademik), sinema filmine imza atmış, yeni Türkiye'nin nasıl modern bir devlet olduğunu durmaksızın dünyaya anlatmaya çalışmış falan ne önemi var kim ki o? alt üstü bir kadın...
3-Hepsini geçtim, biri şu konuşmanın izahını yapsın bana:
Sovyet Diplomatın onuruna verilen bir ziyafette Mustafa Kemal'den sonra söz alan Akçura, Rusça bir konuşma yaparak Rusya'dan Rus uygarlığından övgüyle söz etmiştir. Rusya'yı "halkçılığın anayurdu" olarak tanımlamış ve Lenin'i Tolstoy ile karşılaştırarak, onu "Şark'ın ideaalistliğinden, mazlumiyetinden, Şark'ın, Garb'a yani zulme nefretinden yaratılmış bir kahraman" olduğunu söylemiştir(Fuat Uçar, s.40).
Yapılan onca kıyımdan sonra Rusya'ya halkçı demesini de geçerim, banane madem onlar mutlu derim de Lenin'i Tolstoy ile karşılaştırmak,
16 yaşındaki yeğenlerimin usulü ile sormak istiyorum, bu neyin kafası yahu???
15 yıldır söyledim yine söylüyorum, Türkiye'deki milliyetçilik, içi kof, şekilcilikten öte bir şey değildir. Süslü milliyetçilik lafları etmek, bir ülkeye hiç bir şey katmaz, (zaten de yıkılmakta olan bir ülkeyi hiçbir fikir akımı kurtaramaz, buna inanmak saflıktır, siz kolunuzu alıp kesin sonra ortaya fikir akımları atın bakın bakalım o kol birleşiyor mu?) ayrıca bazen bu görüşün tam tersi fikre sahip bir insan binlercesinin yapamadığını, ortaya koyduğu önemli tek bir eser ile yapabilir. Nuri Bilge Ceylan'ın uluslararası alanda aldığı ödüller gibi, bir Türk evladının basit bir bilim projesi ile Türkiye'yi dünyaya tanıttığı ya da Sertap'ın Eurovision'da 1. olduğu zaman gibi, bunun binlerce örneği var. Yani ulusçuluk adına önemli olmak, ulusçuluk ile ilgili süslü laflar etmekten geçmiyor demek istiyorum, sevgili Ziya Paşa'nın da dediği gibi:
ayines-i iştir kişinin lafa bakılmaz
şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
super! dicem ama diyemiyorum nedense? erkek olduğumdan olmasın :D
YanıtlaSilşaşırtıcı ama erkeklerden gelen yorumlar (facebooktaki yayın için bahsediyorum), senin tarzında oldu ve teşekkür ederim
YanıtlaSil