Nihayet yorucu okul dönemi bitti, tatil başladı. Onun mutluluğuyla dün güne koşarak başladım, sonra uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla buluştum, ardından eve dönüp keyifle yemek pişirdim, kitaplıktan rastgele bir kitap seçtim ve okumaya başladım. İşte benim keyifli tatilim... Ama bugün işler bozuldu, tatilimin istediğim gibi geçmeyeceği de anlaşılmış oldu. Bu sabah koşunun temposunu fark etmeden kaçırmışım, yollar da biraz inişli çıkışlı, sonuç incinmiş iki bacak ve artık yürüyemeyen ben. Gerçi değişen pek bir şey olmadı, evden çıkmaya niyetli değildim, yine bolca okunacak kitabım vardı ancak koşamayacak olmak hatta acıdan yürüyemiyor olmak biraz can sıkıcı. Bugün biraz çeviri yapayım diye bilgisayarın başına oturduğumda her zamanki gibi dinleyecek birilerini arıyordum ki tesadüfen Selami Şahin'in daha önce görmediğim bir şarkısına rastladım. Selami Şahin benim için her daim Zeki Müren ile birlikte sürekli dinlenecekler listemde ilk sırayı alır. Fakat işin ilginci, Selami Şahin'in "Mahzen" albümündeki şu şarkıya rastlamış olmamdı http://www.youtube.com/watch?v=9Jt-Z0bPCx4 şimdi bunun nesi ilginç diyeceksiniz, yıllardır Tanju Okan söyledi şimdi Selami Şahin söylemiş diyeceksiniz, evet öyle ama...hikaye şu, 2012'nin sonunda eşim işleri dolayısıyla İtalya'ya gitti, bense Türkiye'de bazı işlerim olduğu için onunla gidemedim fakat ona daha sonra katıldım. Roma'yı hiç sevmemiştim, şehir keşmekeş tam bir gürültü ve görüntü (aşırı turistten dolayı) kirliliğiydi, her gün ofluyor, sıkıntıdan ölüyordum. Gidişimin 3. günüydü, sabah erkenden uyandım, panjurları açtım, güneşli sıcak bir sabah, henüz yağmur yok, yerler kupkuru... Saat henüz 6.50, eşim uyuyor, bense uyanığım, saatlerce kös kös oturamayacağımı çok iyi biliyorum, yanımda İngilizce testlerden başka bir şey yok, çok bile düşündün deyip fırladım, eşortmanlarımı giydim sol cebime yalnızca 20 euro sağ cebime ise inerken resepsiyondan aldığım otelin kartını attım. gözlüklerimi de taktım doğru koşmaya, sağıma soluma bakındım ki zaten 2 gün boyunca defalarca etrafında dolanmıştım, 20 dakika koşsam yeter, fazla sağa sola açılmam dedim. En azından koşuya başlarken düşündüğüm şey oydu, ancak kendimi koşarken Colesseum'un önünde bulduğumda hemen durup panikle kolumdaki saate baktım ki yaklaşık 45-50 dakikadır koşuyormuşum ve tabi ki de kayboldum. Etrafıma bakınıp insan arıyordum ki henüz dükkanlar bile açılmamıştı. Colesseum'un önünde bir kaç turist vardı, tabiki de karttaki adresi bilmiyorlardı. Etrafta taksi de görememiştim ki, bir anda tam karşı yolda durmuş su içmek için mola veren iki kişi gördüm. Onları kaçırmamak için boş yoldan karşıya geçip, ağır tıksak derdimi anlattım, kartı gösterdim. Adam yanındaki adama döndü İtalyanca bir şey söyledi, sonra bana dönüp İngilizce "endişe etme, iş yerimin karşısı" dedi. Otelin karşısında ne vardı ki, cafe, otel sonra yine cafe yine otel ha öyle ya bir de bakanlık binası...Geldiğim yola doğru döndü, "arabayla bırakayım mı, yoksa koşalım mı" dedi, o an çok az ilerimizde bir araba ve şoför koltuğunda biri olduğunu fark ettim. Terli olduğunu, ki doğru sırtı su içindeydi, (üstelik yalnız o değil ben de öyleydim) bu yüzden ya koşmamız ya da arabaya binmemiz gerektiğini söyledi, "koşalım" dedim. "Güzel" dedi yanındaki arkadaşı arabaya gitti, ve netice itibari ile hafif tempoda koşarak geldiğim yoldan gerisingeri beni otelin kapısına kadar götürüp bıraktı. Ben bin kere teşekkürler ettim, o yalnızca gülümseyip kartını uzattı, "yine kaybolursan ara beni" deyip benimle dalga geçmeyi de ihmal etmedi. Tabi koşarken, bolca sohbet de ettik, öğrenci misin, turist misin, eşin ne iş yapıyor vb... İtalyanlar cidden tam bir Akdeniz insanı o yüzden konuşmayı çok seviyorlar, cana yakınlar. Koşarken istem dışı bir kaç kez dönüp arkamızdan ağır ağır gelen arabaya bakmıştım. Bu arada geçtiğimiz yollarda açılmış dükkanlardan insanlar arada kibarca selam veriyordu. O an yanımdakinin tanınan biri olduğunu anladım. Fiziki özelliklerinden sporcu olabileceğini düşündüm (ama eski bir sporcu çünkü 45-50 li yaşlarında vardı) Kim olduğunu sordum, verdiği cevaba epey şaşırdım, çünkü adam ekonomi bakanıymış, doktorası da varmış, o yüzden akademiden filan bahsettiğimde pek ilgisini çekmiş, ünlü bir sanatçı falan da olsa şaşırmayacaktım ancak bakan olunca hem şaşırdım hem de epey düşündüm. Hatta ona da sordum, acaba bizim bakanlar böyle koşuyor mu diye, gülümsedi ve "sen söyle" dedi. Sonra biraz Türkiye anılarını anlattı, bir akşam katıldığı bir yemekten söz etti, sonra da Selami Şahin'i tanıyıp tanımadığımı sordu . coşkulu bir sesle "I am a big fan of him" dedim. "me too" dedi. Sonra anlattı, yemekte tanışmış, dinlemiş, ona bir de albümünü hediye etmiş, hatta en çok da az önce üstte attığım linkteki şarkıyı beğenmiş, bana biraz mırıldandı. Kendi kendime dedim ki Tanju Okan ile Selami Şahin'i karıştırıyor. Ama bozuntuya vermedim. Çünkü Selami Şahin onu bir albümde söylemiş olsa bilirdim. Ben de jest olsun diye Andrea Bocelli dinlediğimi en çok da http://www.youtube.com/watch?v=2JR7AUWRO04 "cuando me enamoro"yu sevdiğimi ama sözlerini bilmediğimi söyledim, ama birazcık müziğinden mırıldandım. Kendi kendime de bir taraftan Selami Şahin onu söyledi mi, döndüğümde bakacağım diyordum ama tabi iş güç derken unuttum gittim, bu akşam şarkıyı tesadüfen gördüm ve video 2011'de yüklenmiş yani bakan haklıymış, Selami Şahin'in yeni bir albümü (bana göre yeni :) varmış üstelik onu da söylemiş, hem de ne güzel söylemiş.
Tüm bu yazıdan çıkan sonuç : Bir daha Viyana dışında hiç bir yabancı şehirde kendi başına koşulmayacakmış bu 1, Avrupalının bakanı sokakta rahatça koşuyor diye şaşılmayacakmış bu 2. ve dünyanın neresine giderseniz gidin sizle aynı zevklere sahip insanlar bulunabilirmiş bu 3 (gerçi bunu pek çok defa gördüm), Roma sokaklarında "en iyi dostum içkim sigaram" diye mırıldanıp koşan üstüne ben Selami Şahin'i pek severim diyen bir İtalyan'a rastlanırsa onun dönemin ekonomi bakanı olduğu anlaşılacakmış bu da 4 :) şaka bir tarafa, hayat güzeldir, sürprizlerle doludur, bir ülkeye seyahat ettiğinizde asla klasik turistler gibi, turistik bölgeleri gezip kalmayın, kendinizi şehre teslim edin, arka sokaklarını dolaşın, yerli halkın gittiği köşe publara gidin, koşun, kaybolun...bir şehrin tadı ancak böyle çıkar.
Ve bu arada Selami Şahin de cidden çok güzel söylemiş, Zeki Müren'in bir haftadır dönen "bir ilkbahar sabahı"ndan sonra(komşularım kahrımdan ölüyorum sanmış:) artık bir hafta da bu döner durur. Sevgi ve Kitapla kalın ;)
Tüm bu yazıdan çıkan sonuç : Bir daha Viyana dışında hiç bir yabancı şehirde kendi başına koşulmayacakmış bu 1, Avrupalının bakanı sokakta rahatça koşuyor diye şaşılmayacakmış bu 2. ve dünyanın neresine giderseniz gidin sizle aynı zevklere sahip insanlar bulunabilirmiş bu 3 (gerçi bunu pek çok defa gördüm), Roma sokaklarında "en iyi dostum içkim sigaram" diye mırıldanıp koşan üstüne ben Selami Şahin'i pek severim diyen bir İtalyan'a rastlanırsa onun dönemin ekonomi bakanı olduğu anlaşılacakmış bu da 4 :) şaka bir tarafa, hayat güzeldir, sürprizlerle doludur, bir ülkeye seyahat ettiğinizde asla klasik turistler gibi, turistik bölgeleri gezip kalmayın, kendinizi şehre teslim edin, arka sokaklarını dolaşın, yerli halkın gittiği köşe publara gidin, koşun, kaybolun...bir şehrin tadı ancak böyle çıkar.
Ve bu arada Selami Şahin de cidden çok güzel söylemiş, Zeki Müren'in bir haftadır dönen "bir ilkbahar sabahı"ndan sonra(komşularım kahrımdan ölüyorum sanmış:) artık bir hafta da bu döner durur. Sevgi ve Kitapla kalın ;)
senin için güzel ve unutulmayacak bir anı olmuş. Zaten arkamıza dönüp baktığımızda tebessüm edecek anılarımız varsa hayatı dolu dolu yaşadığımızı anlarız. Eger bu anılar yoksa hayatı gerçekten boşa geçirmişizdir.
YanıtlaSilNot: bu arada Andrea Bocelli Live - Cuando Me Enamoro şarkısını da tuttum. Selami şahinden ii geldi bana :)
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil