19 Ocak 2014 Pazar

Lost in Translation


Bugün arkadaşlarımdan biri ile oturmuş sohbet ediyorduk, arkadaşım haftaya çıkacağı Bulgaristan macerasının heyecanı yaşarken bir anda "alfabeleri Kiril ise ne yaparım ben" şeklinde bir sohbet açınca konu nasıl olduysa Bulgaristan'dan Japonya'ya geldi, bir an bana dönüp, "Japonya'ya mı gitsek" diye sordu, hiç düşünmeden "hayır" dedim. Japonya kesinlikle görmeyi istediğim ülkelerden biri olmakla birlikte insanın dil yüzünden çıldırmasının kaçınılmaz olduğu ülkelerin başında gelir. Daha önce gitmiş değilim ama Türkçe'ye "Bir Konuşabilse" olarak çevrilen Scarlett Johansson ve Bill Murray'in baş rolünü
paylaştığı filmden dolayı durumu gayet iyi biliyorum. Bir "Japonya" dendiğinde bir de "yalnızlık", aklıma hep bu film gelir, nasıl oldu da bu zamana kadar bu filmi yazmadım, hayret!.. Lost in Translation, "Pretty Woman" ve "Woody Allen filmleri" ile birlikte izleyebildiğim nadir filmlerdendir. (Woddy Allen, deyince O'na da bir gün ayrı bir sayfa ayırayım. O'nu gibi bir dahiyi yazmazsak bu blog çok eksik kalır.) Filmde gittikleri ülkenin dilinin bilmedikleri için ciddi sıkıntı çeken iki insan vardır. Ancak olay sadece gittikleri ülkenin dilini bilmeyen iki insanın çektiği sıkıntı değildir. Derinde daha büyük bir sıkıntı, yani "yalnızlık" vardır. Scarlet Johansson filmde, yeni evlenmiş ve fotoğrafçı olan eşinin işi dolayısıyla Japonya'ya gelip otellerden birine yerleşmiş, eşi tüm gün bazen haftalarca yanında olmadığı için yalnızlıktan çıldırmak üzere olan bir kadını  Bill Murray ise şöhretinin son demlerinde olup reklam çekimi için Japonya'ya giden Amerikalı aktör Bob'u canlandırmaktadır. Bu ikili aynı otelde oldukları için bir müddet sonra tanışır, ve birbirlerinin yalnızlıklarına ortak olmaya başlar, ancak umulduğu gibi bir aşk hikayesi ile değil, çünkü ikisi de evlidir, birbirlerine dokunamayacaklarını bilir, ama çok kısa da olsa şirin, kısa, bazen çılgın bazen hüzünlü bir arkadaşlık geçirirler. Filmin en ilginç yanı bu arkadaşlık içinde bile yaşadıkları yalnızlıktır. Çünkü gece olduğunda herkes kendi odasına ve köşesine çekilir.  Yönetmen, filmde, yalnızlığı perdeye öyle bir aktarmış ki ayakta alkışlamamak mümkün değil, üstelik Nuri Bilge Ceylan'ın "Uzak" filmi gibi sizi sıkıntıdan öldürmüyor . Filmin pek çok güzel karesi olmakla birlikte ben en çok aşağıdaki kareye takıldım. 

Filmi izlerken bu kareyi defalarca dondurduğumu anımsıyorum. Ve ne kadar da tanıdık bulduğumu, hepimizin hayatında zaman zaman olmuştur böyle kareler... İnsanlar sizin ne denli kalabalık olduğunuzu düşünür oysaki siz bu karedeki kadar yalnızsınızdır. Ve hiç bir kare yalnızlığı daha güzel tanımlayamaz diye düşünüyorum. İçinde milyonlarca sesi, insanı barındıran bir şehre tepeden öylece, bir başına bakarsınız. Ne tanıdık bir yüz vardır ne de bildik bir ses. Hayat öylece akar gider ve siz sadece tepeden bakarsınız. İç sesiniz vardır sadece bir de siz, ve dinmeyen öfkeniz. Perdeleriniz kapalıysa gün ile gece birbirine karışır. Anlamazsınız ne vakit güneş doğar ne vakit gün batar, zamanı karıştırmaya başlarsınız...iç sesiniz sussun istersiniz önce, işte öyle anlarda bir köşeye kıvrılıp dinlediğiniz (milyon kere dinlediğiniz) bir şarkı yardımınıza koşar bazen http://www.youtube.com/watch?v=DATKMNuOe-k bazen de sesiyle güne uyandığınız tanıdık bir güvercin...Dünyanın her yerinde güvercinler aynı dili mi konuşur diye düşünürsünüz... Ama sonra gün gelir iç sesinizi kaybetmekten korkarsınız. Öfkeniz bile dinsin istemezsiniz, yitip gitme korkusu sarar çünkü...sonra ne işim var benim burada dersiniz, ama dönecek güç de bulamazsınız... Uzak kalırsanız geçer zannedersiniz, diner her şey. Ama öyle basit olmadığını öğrenirsiniz. Kaçtığınızın yalnızca bir şehir, bir ülke, ya da  bir insan olmadığını...Her şeyin sizle geldiğini de idrak edersiniz. Ama zaman akmıştır bir kere, hayat hiç tınmadan sizi devam etmiştir, geride bıraktığın her şey gibi... çocuklar boy atmış, ağaçlar meyve bile vermiştir. Sense sadece zamanda donup kalmış gibisindir. Bıraktığın noktaya döndüğünü düşünür insanlar, belki sen de ama aslında ne onların gördükleri aynı sen, ne de senin gördüğün aynı kişidir.  Her zamanki gibi kalabalık sanırlar seni oysaki her zamankinden daha yalnızsındır ve de daha sessiz... 

Ve zaman geçince anlarsın aslında  hiç bir yolun boşa olmadığını, tıpkı filmin de dediği gibi "Sometimes You Have to Go Halfway Around The World To Come Full Circle"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder