Bir kaç gün önceydi, Amerika Kıtası'na yapılan göçleri okurken, dipnotlardan yola çıkarak asıl okunması gereken kitabın Kemal Karpat'ın "Osmanlı Nüfusu" olduğunun fark ettim. Üniversitenin kütüphanesinde olduğunu görünce, eşimden rica ettim getirdi. Kitap eve geldiği sırada ben Mehmet Temel'in "İşgal Yıllarında İstanbul'un Sosyal Durumu"nu okuyordum, bir kitabı bitirmeden ötekine başlama huyum olmadığı için, Kemal Karpat'ın kitabına başlama gibi bir düşüncem de yoktu. Nitekim başlamamıştım da gece 12'ye kadar Mehmet Temel'i okudum, sonra yatma vaktinin geldiğine karar verip kitabı masanın üzerine bırakmış gidiyordum ki, bu mor kapaklı şirin görünümlü ama bir ansiklopedi boyunda olan kitaba şöyle bir bakayım dedim, işte son günlerin en büyük hatasını o an yaptığımı sonradan anlayacaktım. Çünkü şöyle bir hızlıca baktıktan sonra önsözünde ne demiş, sonrasında ne olmuş diye okurken hatırladığım tek şey eşimin geldiği ve "sen ne zaman kalktın?" diye sorduğuydu. O ana kadar cidden sabah olduğunu fark etmemiştim. Ve işin daha da ilginci sabah olduğunda vardığım sayfa sayısı 12'ydi. Zaten şimdi şöyle düşünüyorum ki ömür biter bu kitap bitmez. Anlaşılmaz çok ağır bir dili var, o sebeple ancak o kadar okuyabildim olayı değil. Aksine güzel bir dili, güzel bir anlatımı var. Ancak Kemal Karpat inanılmaz bir eser koymuş ortaya, ezber bozan bir kitap, "Tahsin Paşa'nın Yıldız Hatıraları"ndan beri hiç bir eser beni böyle alıp yerden yere vurmadı, hiç biri beni bu denli heyecanlandırmadı. Tahsin Paşa'yı okuyup bitirmem 2 haftayı geçmişti, hem de tüm gün durmadan okumama rağmen, işte Kemal Karpat'ın eseri de öyle. Sizi öylesine düşünmeye, irdelemeye, bilgilerinizi tartmaya itiyor ki, ilerleyemiyorsunuz, tekrar tekrar geri dönüyorsunuz. Kitabı okurken Henri Pirenne'nin "Orta Çağ Kentleri"nin Osmanlı versiyonunu okuyor gibi hissettim, ya da Braudel'in "Akdeniz Dünyası", Durkheim'in "İntihar"ını, birincisi böyle bir eserin bir Türk'e ait olması çok büyük bir gurur kaynağı benim için, bizim için, Türk tarihi ve bu ülke için. ikincisi, bu kitap kesinlikle zorunlu bir ders kitabı olmalı, benim tüm Osmanlı algım değişti, yeni çağdan Cumhuriyete geçişte büyük bir boşluk vardı ve hatta cumhuriyete önayak olan kısımda da, işte bu kitap tam da o noktaya değiniyor. Bu ülke nasıl Müslüman bir ülke haline geldi, Osmanlı imparatorluğu aslında neyi ifade ediyordu? Türklük aslında nedir? Sultan Abdülhamit "İslamcılık" politikası derken içte aslında neyi hedefliyordu? Sultan Abdülhamit'in ne denli zeki bir insan olduğunu elbette biliyoruz ama gerçekten Kemal Karpat'ın anlattığı şekli ile içte bir İslamcılık mı benimsemişti (o kısmı okurken cidden tüylerim diken diken oldu, bu denli iyi bir örgütlenmesi, planlaması olması müthiş) Beni hayrete düşüren noktalardan biri (Osmanlı kesinlikle Kayı boyundan değildir, asla da olamazdı sözünden çok -yeniçağcı olmadığım için- ) Osmanlı'nın bir ara Avrupa'dan nüfus ve göçmen talebi, Müslüman nüfus falan değil, ciddi ciddi Avrupalıdan nüfus talebi var, bu konu ile ilgili hükümet yakından ilgileniyor, ilânlar veriliyor, vergi indirimi yapılacaktır yahut vergi yoktur şeklinde, Rumeli ve Anadolu'ya yerleştirilmek üzere isteniyor. Ancak 1860 itibari ile Osmanlı'ya Müslüman göçleri başlayınca batıdan ve kuzeyden Osmanlı bu talebinden vazgeçiyor. Tabi bu sırada Macar göçleri de var. Bir anda Osmanlı'nın rengi değişmeye başlıyor ve Osmanlı artık Müslüman bir ülke olmaya başlıyor. Farklı bir Rumeli, farklı bir Anadolu, farklı bir Arap diyarı..
.Mesela neden bu ülkedeki, Boşnaklar, Çerkesler, Arnavutlar, Tatarlar vb hiç bir vakit ayaklanmazken Araplar'ın ayaklanabildiğini yahut daha Anadolu içine gelirsek Ermeni'nin, Kürt unsurların ayaklanma taraftarı olabildiğini de anlıyoruz. Bu kitaba başlarken kafamdaki en önemli nokta "göçler bir ülkeyi yıkar da, kurar da farklı bir siyasete sürükler de" olgusu olmuştu. Bu kitapla bu olguyu çok açık şekilde görebiliyoruz, öyle güzel anlatıyor ki, gözümün önüne hemen bir Lübnan örneği geliyor, ya da Kemal Karpat'ın verdiği gibi İsrail örneği, ya da dünyadaki Ermeni Diasporası ve Türkiye üzerindeki siyasi yaptırımları, bu bakımdan cidden göçleri bilmeden ve de anlamadan bir devletin dönüşümünü ve oluşumunu anlamak mümkün değil. En azından ben bu zamana dek anladığımız şeyin Osmanlı olmadığını düşünüyorum. Ve kitap bu kadar değil elbet, kitap tam bir hazine. Muhakkak okuyun derim, ve beni hiç yanıltmayan bir noktayı da hemen belirtmek isterim ne zaman tadından yenmez bir tarih eseri bulsam (Niyazi Berkes, Henri Pirenne, Braudel, İlber Ortaylı, Max Weber, Emile Durkheim gibi yazarların yazdığı eserler başta olmak üzere) bu insanların ana unsur olarak sosyolojiyi kullanıyor olması (elbette yan disiplinler de var coğrafya, felsefe, din, psikoloji vb) tesadüf olmasa gerek. Bu arada benim hayatımı niye alt üst ettiği kısmına gelince, okumaya başladığım geceden beri, tüm düzenim bozuldu, gece sabaha kadar ayığım ancak sabah 5'te uykum geliyor uyandığımda ise saat 13.30 - 14.00 oluyor ve malum kış olduğu için 3 saat sonra tekrar hava kararıyor yine akşam olmuş oluyor,geceleri uyumayıp sınava hazırlanan lisans öğrencilerine döndüm, ki ben o dönemlerde bile gece 12yi geçirmeyen bir insandım, ağzıma kahve sürmememe rağmen şimdi uyandığımda ayılabilmek için etrafta nescafe arıyorum, karmakarışık oldum. Dün 2 gibiydi ayıldığımda arkadaşımı arayıp "dengem bozuldu, buluşup gezinsek mi yorulursam belki uyurum" dediğimde, "işte öğrenci dediğin böyle olur, bana benzedin nihayet" diye epey bir dalga geçti. Bu arada "hava soğuk" diye uyardı da sağ olsun. Çünkü en son dışarı çıktığımda hava yaz gibiydi, ince bir gömlekle çıkmıştım, meğer arada kış gelmiş, üşüdüm çok. O sebeple 3 saatten fazla kalamadım, zaten uykum da gelmedi, günleri de takip edemez oldum. Bir de doktoradan çok sevdiğim bir arkadaşım arayıp "hocam toparla beni, dağıldım çok" dedi, ben de ona "beni kim toparlayacak, sen iki gün sonra tatili bitirip döneceksin" dedim. Onu tatil bitirdi, beni hem tatil hem bu kitap bitirdi, düzenim alt üst oldu.
Siz siz olun kitaba gecenin 12'sinde bakmayın, şöyle bir bakış atmak için olsa bile...