19 Nisan 2015 Pazar

Fitness ve Sağlık

Arkadaşlar uzun süredir, hem fitness sonuçlarını, hem de sağlıklı beslenme yazısı bekliyordu ancak gördüğüm netice biraz karışık olduğundan yazmaya elim gitmiyordu. Daha bu sabah da dahil olmak üzere "nasıl gidecek bu kilolar" diye ağlanıyordum ki sabah yediğim iki minik dilim böreği vicdan yapıp akşam üstü spora gidince yüzümü kızartıp tartılmaya da karar verdim. Evde tartı üzerine ne vakit çıksam ilk başladığım güne göre daha kilolu olduğumu görüyordum ancak pantolon bedenim de 36-38'den 34-36'ya düşmüştü. Diğer yandan kendimi daha kalın hissediyordum ki çıkan sonuçlar kafa karışıklığıma son verdi. Tartıya varmadan evvel hocaya, "hocam ben kilo alıyorum" deyince. Hoca "Yiyorsun demek ki" dedi. "Yok hocam hep aynı şeyler" deyince (tabi sabah yaptığım sufleden dün yaptığım kek ve böreklerden, gece yarısı fıstıklı sarma kaçamaklarından hocaya katiyen bahsetmiyorum) "şimdi teraziden anlarız" dedi. Süt dökmüş kedi misali kafamı eğip düştüm önüne , çıktım tartının üstüne, eski sonuçlarımı da buldu hoca sonuçlarımı okurken ben bir anda süt dökmüş kediden olimpiyatlarda madalya kazanmış atlete dönüştüm. Bir anda tavrım, duruşum, ses tonum değişti. Çünkü sonuçlara göre, vücudumun her yerinde yağ oranında düşüş kaslarda ise artış olmuş, üstelik hocanın dediğine göre aslında yalnızca 200 gram kilo almışım ve bu 200 gramın tamamı kasmış. Bana ilk etapta pek bir şey ifade etmedi ama hoca hayranlık dolu bir ifade ile(artan kaslarıma ilaveten)"100 gram kas almak bile büyük bir olay ki sen 200 gram almışsın" deyince, iyi bir şey yaptığımı anlayıp acayip havaya girdim. Bir özgüven, suratta koca bir tebessüm, "o kadar ter döktük yahuu" sözleri...Hoca da havaya girmiş olacak ki programımı değiştirip diğerlerinin üzerine bir de dumbell ekledi. Dumbelları duyunca kendimi bir anda büyümüş gibi hissettim vay be dumbell'lara geçiyorum artık hem de 2,5 kiloluk, 2 tane :))) O mutlulukla koşu bandına öyle bir çıkışım var ki suratımda şapşal bir tebessüm içimde bitmeyen bir enerji... Sanki tüm Afrikalılar hücrelerime kaçmış da tamtam dansı yapıyor gibi içim içime sığmıyor, koşuyor da koşuyorum :) Neyse bu kadar hava yeter, şimdi çok dallandırmadan merak edilen soruları yanıtlayayım:

1- Fitness'ın genel olarak faydasını görüyor muyum? 

Kesinlikle evet. Ancak derdiniz sadece sağlıklı yaşam ve kilo vermekse açık havada koşuyu hiç birine değişmem. 

2- Kadınların çok merak ettiği yılın en meşhur sorusu "Squat olayı gerçek mi yoksa şehir efsanesi mi?" 

Kesinlikle gerçek. Beni zaten fitness salonuna iten de kuzenimin squat sonrası diye yolladığı fotoğraflar oldu, normalde zaten uzun boylu ve zayıftı ama squat ve fitness sonrası acayip güzel bir şeye dönüştü. Açıkçası ilk başladığımda ben de pek inanmıyor, işe yaramasa da incecik belim olur azıcık kas yaparım diyordum. Hoca bana istediğim kadarı için (yani sadece yer çekimi etkisini tersine çevirme kısmı için) 4 ay vermişti ben açıkçası 2,5 ayda istediğimi aldım ama yavaş yavaş hala devam ediyorum. Yani isterseniz gerçekten Niki Minaj ya da Kim Kardashian gibi bir vücuda sahip olabilirsiniz ama öyle bir vücuda nereden pantolon bulursunuz bilemem. Ayrıca siz bir ünlü değilsiniz, o paçozluğa rağmen o vücutla para kazanmanız için ancak Niki Minaj olmanız gerekiyor. O yüzden nerede duracağınızı bilmenizde fayda var. Ayrıca bıraktığınız gün itibari ile önce mm sonra cm kayıplar başlıyor. Üstelik göründüğü kadar basit bir hareket değil resmen öldürüyor. Üstelik squatı desteklemek için ardından 15 dakika bisiklet 15 dakika eliptik yapmanız gerekiyor. Ama hiç biri yoksa evde tek başına squat yapabilirsiniz. Ben 4 aylık sürem dolunca (yani yazın kuzenimle boy ölçüştükten sonra :) squatı tamamen bırakıp sadece yüzmeyle desteklemeyi düşünüyorum.  

3- Ciltte değişim var mı? 

Kesinlikle var, ciddi biçimde sıkılaşıyor, zaten kilo almama rağmen beden olarak incelmem bundan dolayı çünkü yağlar azalıp kaslar çoğalıyor vücut sıkılaşıyor. Bunu anlamak için aynada kendinize bakmanıza ya da tutup bir organınıza dokunmanıza gerek yok, çünkü ciddi biçimde tüm değişimi tüm kasları içinizde hissediyorsunuz. 

4- Neyi tavsiye ederim?

Bunun cevabını ben veremem, hoca herkesin vücuduna ve ihtiyaçlarına göre program yapıyor. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi fitness salonu yoksa muhakkak dışarıda km'lerce koşun, filmlerde gördüğünüz baklava karın olayını gerçek yapan şey koşudur. Ben ne yazık ki farklı mekana taşınınca eski muhitimdeki sokakta koşu imkanından mahrum kalmıştım. Ve 6-7 ay içinde vücudum resmen çökmeye başlamıştı. 

Ancak fitness kısmını hocaya bırakıp, ben şöyle bir tavsiyede bulunabilirim eğer imkanınız varsa 15'er dakikalık 2 seans halinde saunaya girin ve 2 seansın sonrasında da muhakkak 8-10 dakika arası kar banyosu yapın. Yani toplamda 15-20 dakikalık bir kar banyosu öneririm. Neye mi iyi geliyor? Sauna zaten başlı başına kilo kaybı demek ayrıca cildi ciddi biçimde güzelleştiriyor. Saunadan çıkın aynada yüzünüze bakın gördüğünüz şeye çok şaşıracaksınız. Kar banyosu ise şok amaçlı, kan dolaşımı hızlanıyor vücut neredeyse 15-20 yaş gençleşiyor. Yani daha açık bir ifade ile yer çekiminin sizden aldığı her şeyi anında geri veriyor. Yüzünüzden ayak tırnağınıza kadar(karnınız hariç) kara bulanın korkmayın soğuktan ölmezsiniz, bu konuda gayet ciddiyim. (Geçen gün kendimde şunu fark ettim, bacaklarımda ani boy atmaktan kaynaklanan ilk okuldan kalma çatlaklarım vardı, artık yok gibiler. Ya sıkılaşmaktan ya da kar banyosundan yok olduklarını düşünüyorum. Hocaya unutmazsam soracağım.) Saunadır kar banyosudur yok mu, önemli değil o zaman spor sonrası vücut sıcakken duştan çıkmadan önce, son bir kaç dakikanızı soğuk suyla tamamlayın. Hatta duşun başlığı ile kendinize soğuk su masajı da yapabilirsiniz. Normalde dayanması zordur ama vücut sıcakken pek anlaşılmıyor. 

Aklıma gelen başka da bir şey yok gibi, fitness üzerini yarım saat yüzme ile tamamlayın ya da 1 gün yüzme 1 gün fitness yapın çok daha etkili oluyor, çünkü yüzme fitnessız da her yerinizi çalıştırıp zayıflatıyor (ters yüzerseniz zayıflarsınız) ama ben mümkün mertebe kol kullanmam(40 turun en fazla 2 turu kolla yüzerim) o konuya dikkat edin, sadece ayaklarımla yüzerim yoksa geniş omuz yapar ki, ben bayanların bayan gibi görünmesinden yanayım. 

Sağlıklı beslenme ile ilgili yazı da yazacağım. Aylardır gözlem yapıyorum, özellikle de okul yemekhanesinde geçirdiğim zamanlar çok aydınlatıcı oldu. Sohbetler hep beslenme üzerine, herkes kilodan şikayetçiyken ben onları gözlemliyordum tıpkı eşimle aynı şeyleri yiyip de onun şişman benim zayıf olma durumumuzu düşünürken yaptığım gibi, gördüm ki olay yenilenlerde değil yeme, içme şekil ve düzeninde. Bu zamana dek (kendim dışında) doğru yiyen tek bir insan gördüm ki o da zaten doktordu. Ve açıkçası nasıl yemek yenmesi gerektiğini bana da o öğretmişti. O tüyoları gerçekleştirin yediklerinizi neredeyse hiç değiştirmeden nasıl da göbeksiz hale gelmeye başladığınız göreceksiniz. 

Görüşünceye dek sevgi, spor, kitap ve sağlıkla kalın.



Not: Sizin sorup da benim yazmayı unuttuğum bir şeyler muhakkak vardır, nasılsa beni bulup toptan soracağınız için neydi onlar diye kasmıyorum.        

18 Nisan 2015 Cumartesi

Fişleme Nasıl Yapılır, Makale Nasıl Yazılır

Not: resimleri büyük görmek için üzerlerine tıklayınız

Fişleme konusu yıllardır en fazla karşılaştığım sorulardan biridir. Ancak ne yazık ki sözlü anlatım çoğu zaman yeterli olmuyor. O yüzden zaman zaman arkadaşlarımı eve çağırıp evdeki hazır klasörümden göstermek durumunda kalıyorum ki o vakit hemen olayı anlıyorlar. Az önce fişlemeyi anlattığım arkadaşım bunu bloğa yaz , diğer arkadaşlarıma da yollayacağım görsünler deyince yazmak zorunlu oldu. Daha çok görsellerle anlatmaya çalışacağım. Bu işi yapan her insanın bildiği gibi yapılacak ilk adım kaynakça çalışmasıdır. Yani önce çalışacağınız kaynakçayı belirlemeniz lazım. Bundan sonraki adım ise fişleme işidir. Ancak fişlemeye geçmeden önce, büyük bir klasör, içine 15-20 adet şeffaf poşet, üzerlerine yapıştırmak için renkli etiket almayı unutmuyoruz.  Klasörün tamamı tez ya da makalenizin tamamı demek. Şeffaf poşet konunun ara başlıkları için, renkli etiket ise şeffaf poşetin üzerine o ara başlıkların adını yazmak için. Ara başlıklarımızı henüz bilmiyorsak da bu zamanla ortaya çıkacaktır.

Resimdeki klasör benim lisans tezim olup, toplam 1500 fişden oluşmaktadır. Şimdi böyle bakınca tam bir hamallık gibi görünse de şu an otursam en az 10 farklı makale yapabilecek kadar ayrılmış ve toplanmış malzemeye sahip olduğumdan büyük bir nimet aslında(gerçi bundan 5-6 yıl önce yazdığım o makaleler klişeleşmiş İslam tarihe uygun bulunmadığından "kaynaklar sağlam ama tepki alırız" söylemleri ile geri yollandığından boşa yapılmış gibi dursa da zaman değiştiğinden artık kabul ettirmek daha kolay). 

Fişleme kısmına gelince, (şimdi insanlar bilgisayar usulünü daha pratik bulsa da) elle yapılan kesinlikle çok daha derli toplu oluyor. Kitaptan alacağımız kısım için önümüze A5 kağıdını alıp, üst ortaya ana başlık sol kısma ara başlık istenirse sağ köşeye daha da ayırd edici farklı bir başlık yazıyoruz. Tırnak arasında yaptığımız alıntılamayı yaparken, kitapta nasıl yazıyorsa virgülünü bile değiştirmeden yazıyoruz.  
Tırnağı kapattıktan sonra sağ alt köşeye kitabın şeceresini yazıyoruz. Yandaki resmi yakından incelerseniz ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Bu kısmı bitirip tüm fişlemelerimizin tamamını bitirdikten sonra yazma kısmına geçiyoruz. Alttaki resme yakından baktığınızda şeffaf poşetler üzerinde sarı etiketlerin olduğunu göreceksiniz bu etiketler konu başlıklarına ayrıldığı için yazacağınız fişler de konuya göre otomatik olarak ayrılmış oluyor. Böylece önünüze boş word sayfasını açıp, tez ya da makalenizin gidişine göre ilk kısımdan başlıyorsunuz. Bunun için de 3. resimde olduğu gibi şeffaf poşet içindeki fişlerinizinden ilk poşetin içindekilerin tamamını alıp tekrar okuyup giriş-gelişme-sonuca bağlı olarak yazmaya başlıyorsunuz. Ancak yazma kısmında doğrudan kitaptan alıntıladığınız gibi birebir aynısını 

yazmıyorsunuz. Onun yerine onları okuyup harmanlayarak kendi sözcüklerinizle ve alıntıladığınız kaynağı atlamadan dipnotta göstererek yazıyorsunuz. 



Bu kadar mı basit, evet bu kadar basit aslında, ancak bu konuyu anlamıyor olmanızı anlıyorum çünkü bazı şeyler sözle değil gösterilerek anlatılır. Lisansta bunun dersini 3 kere vermiş olmalarına rağmen ne olduğu hakkında kimsenin bir fikri yoktu. Benim biliyor olmam ise tez danışmanımdan kaynaklanıyordu. Benimle ilgilenip her ayrıntıyı öğretmiş olmasından dolayı makale yazmayı da kitap yazmayı da çok hızlı biçimde öğrenmiştim. Hepinize kolay gelsin.
      

6 Nisan 2015 Pazartesi

Neyse ki Yağmur Var

Günlerdir ciddi ciddi düşünmekteyim, insanoğlu ders çalışmadan ya da bir şey yazıp üretmeden evde nasıl yaşar? Son bir kaç haftadır durum bu olunca ciddi bir miskinlik, yaşamdan kopmuşluk hali vardı ki az önce rüzgar ve yağmurun sesini duyunca nihayet içine düştüğüm miskinlikten kurtulmayı başardım. Bir kez daha anladım ki benim yaşam enerjim, yağmur ve rüzgar. Hele ikisi bir aradaysa çok daha müthiş. Sesi duyar duymaz asla açmadığım güneşliği açtım(böylece camdaki yağmur damlalarını ve rüzgardan sallanan ağacı görebiliyorum), okurken neredeyse baygınlık geçirten kitabı bir kenara bıraktım ( Nietzche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt'ü), pek çok okurun pek sevdiği bir dörtleme olan koltuk, battaniye, kitap(yeni bir kitap) ve kahve moduna geçecektim ki, kahve ile yeşil çay arasında gidip geldim. Hala da karar vermiş değilim, kahve mi yeşil çay mı, aman canım ne önemi var ki, maksat ritüel yerine gelsin. Son günlerde uyanmak için kullandığım Bach'ın Brandenburg Concerto'su bu hava ile müthiş gider, bir yandan da onu açarsak harika bir beşli olur. Geçenlerde Dan Brown'un Dijital Kale'sini okurken oradan keşfettiğim konçertonun şu versiyonunu özellikle pek sevdim ben  www.youtube.com/watch?v=4QUTipy0jUw  bazen farklı versiyonlar orijinalinden çok daha iyi olabiliyor. Yıllar önce küçücük bir kız Moskova sokaklarında elinde kemanı ile Çaykovski'nin Moskova Geceleri'ni çalıyordu(tvden izlemiştim). Ne yaptıysam kızın çaldığı versiyonu bulamamış, bulamadığım için de sanki onun suçuymuş gibi Çaykovski'ye küsmüştüm. Neyse ki onun haberi yok :) 

O değil de yağmur, rüzgar, konçerto derken ansızın Viyana tütüyor burnumda. Mis gibi kahvesi, heykel dolu sokakları, yerlere serili yaprakları ile nasıl hüzünlüdür şimdi. Nasıl da zarif ama bir o kadar kırılgandır. O yüzden Osmanlı'nın eli değmediği için çok şükrettiğim yerlerden biridir. Kendimi ister istemez bilet bakarken buluyorum, akşam rüzgarı eserken Belvedere'in o eşsiz bahçelerinden yürüyüp güzel bir kahve sonrası Mozart Konseri dinlemek gibisi olmasa gerek. Yaşlanmak bu mu oluyor acaba bir zamanların merak duygusunun yerini keyfe ve anılara bırakıyor olması, eskiden görmediğim yerlere gitmek isterken artık yalnızca huzurlu hissettiğim yerlere gitmeyi istiyor olmak, Belvedere'in o güzelim bahçelerini tırmanırken (hep olduğu üzere) Ahmet Haşim'in o duygu yüklü şiirini okumak:

"ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, 
eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, 
ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak, 
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta, 
kızıl havaları seyret ki bende akşam olmakta..."

ama içini delip geçen o rüzgar da olacak ve tabi biraz hüzün de..evet sanırım bu oluyor yaşlanmak, insan giderek anılara daha bağlı hale geliyor. Ya da çok yaşlı doğdum ben, bir türlü kıramadım kabuğumu. Bir gün çocuğum olursa hangimiz bir diğerine bakacak diye merak ederim hep, ben mi ona, o mu bana !

Hava iyice melankolik etti beni. Biraz silkelenip farklı bir konuya geçelim 

Örneğin Dan Brown ve Dijital Kale demişken,geçen hafta bitirdiğim kitabın oldukça iyi bir olay örgüsü, hikayesi var. Dili, akışı ayrıca çevirisi de harika. Tavsiye ederim. Nietzsche'nin "Böyle Buyurdu Zerdüşt"ü ise kült kitaplardan biri olarak kabul görmektedir ancak nedenini anlayamadım. Birincisi söylediği çoğu söze katılmıyor olduğumdan, ikincisi insanların oldukça eşsiz bulduğu o felsefik yaklaşımı biz daha çocukluğumuzda içten gelen merakla dile getirip, sorguladığımız için. Ayrıca okumayı ve düşünmeyi bilen insanoğlu için tüm o söylemler çok sıradan ve klişe. Unutmayın ki insanın bilinçaltı %98 bilinçüstü %2'dir. Bilinçaltınızı nasıl kullanacağınızı bilirseniz evrene bile hükmedebilirsiniz !! 

Ayrıca geçen hafta o çok övülen "Kocan Kadar Konuş" kitabının da filmine gitmiş bulunmaktayım 10 üzerinden 4 ancak veririm. Elbette kitapları asla filmleri ile yargılamamak gerek(filmde de gösterdiği üzere) ancak, kitap okuyan, kültürlü ve entellektüel kadın ayrıca bakımsız, çirkin, koca bulamayan evde kalmış kadındır tiplemesinden bıktık. Hele kitabın yazarı Şebnem Burcuoğlu'nun da gayet hoş bir kadın olduğunu bildiğimize göre, bu ne tezatlık anlayamadım.  

Bu arada yağmur dinmeden kendime bir kahve alıp Maeve Binchy'nin "İtalyanca Aşk Başkadır"ını okumaya başlasam iyi olacak. 

Siz mi, eh onu da siz bilirsiniz, belki güzel bir kitap belki iyi bir film ya da hoş bir cd bulursunuz.

Görüşene dek

Kitap, huzur ve sevgi ile kalın.