15 gün içinde ağırladığım 8. grup misafirlerimi de yüzlerinde gülücüklerle yollamış olmanın verdiği gönül ferahlığı ve içtiğim 6-7 bardak çay ve kahvenin verdiği kafa ayıklığı ile kendimi blog başında buldum. Uzun zamandır okuldu, evdi, misafirlerdi derken yazmaya vakit bulamıyordum. Ama bu süreç içinde nasıl yaptıysam bir roman bitirmeyi ve 2 filme gitmeyi de başardım. Onlardan kısa kısa bahsedeceğim. Ama onlara geçmeden önce söylemek istediğim bir şey var. Ben Sakarya'yı hiçbir zaman sevemedim, bu şehre hiç alışamadığım gibi bu şehri hiç yaşamadım, ömrüm okul, ev, spor salonu, avm dörtgeninde geçti, ama insanlarını çok sevdim, en alışamıyorum dediğim insanlara bile alışıp bağlandım. Daha 4 gün önce 7. grup misafirimi gönderdiğimde eşime "bir müddet kimseyi misafir etmeyeceğim yoruldum" demiştim ki ertesi gün sekiz ay önce evlerinden taşındığımız ev sahiplerimiz arayıp da "Nesiirin(ismimi hep böyle telaffuz eder) kızım sana gelmek istiyoruz" deyince kendimi yine mutfakta buldum, üstelik hiç de somurtarak değil büyük bir mutlulukla yaptım, yedik, içtik, Survivor izledik, arada Acun'u çekiştirdik, üniversiteli torunla beraber 55 yaş üstü grup için, instagramdan Şeyma Subaşı'nın resimlerini gösterdik (bu sıra takıldığım üniversiteli genç nesil arasında çok konuşulan ve özenilen bir isim, ben de onlar sayesinde kim olduğunu öğrenmiş oldum, ben aslında o ismi hep duyuyordum ama bir şov programının karakteri sanıyordum meğer sandığım kişi Melek Subaşıymış), biraz evlilik programlarını çekiştirdik derken bir akşam daha bitti.
Dün arkadaşlarla otururken bir arkadaşım bu sene 35 oluyorum, şairin dediği gibi ömrün yarısı mı bilmem ama benim için bir dönemeç olduğunu hissediyorum sizde de öyle mi, diye sorunca ben de bu yıl 35 olacağımı ama hiç de ömrümün dönemecindeymiş gibi hissetmediğimi söylemiştim ki ne zamandır bilinçaltıma itip cidden unutmuş olduğum gerçekleri anımsattılar. O zaman ben de bir dönemeçte olduğumu fark ettim, sürekli tezimi bitirmek için uğraşmama, Haziran'ın sonunu hedef koymuş olmama karşın, artık 23 yıldır süren öğrencilik hayatımın sonuna geldiğimin farkında değildim, geçtiğim yolları yaşadığım yılları düşününce neleri aştığımın farkında değildim, her şeyden kötüsü artık hayatımın devamı için yeni bir şehre gitmem gerektiğinin -bu durumun daha evvel bilincinde olmama karşın aylardır bitirmeye odaklandığımdan- farkında değildim. Eskiden olsa yalnızlık da, yeni bir şehir de zor gelmezdi, ama artık yaşlılık mı, bağlılık mı her şey zor geliyor. Şehri değil ama insanlarını sevdim bu şehrin, ayda bir kez uğramadık mı aramaya başlayan teyzelerini, gece yarısına doğru arayıp dün gece nöbetçiydik sabah geldik sonra uyuyakalmışız ancak uyandık şimdi de canımız sıkılıyor ayık mısınız diye sorup atlayıp gelen doktorlarını, canı ev yemeği çekince bize anne yemeği yapsana diye arayıp kardeşini kapıp gelen dostlarımı, IQ seviyesi tavan yapmış ama yaşı gereği entellektüel yalnızlık çekmekten yıllardır depresyondan çıkamayan, sohbetine doyamadığım her seferinde 7 saat kesintisiz sohbet ettiğim - kendisi farkında olmasa da benim hayranlık duyduğum- gençlerini sevdim. Hatta ne yapsam memnun edemediğim, yaptığım her güzel şeyden şikayet etmeyi başarıp beni değil kendinden, yaşamaktan bile usandırıp depresyona sokan, bana daima bakan bulunur diyerek sana ne gerek var mesajını veren huysuzlarını! bile çok sevdim. Alışmam sanmıştım, çok alışmışım. Özlemem sanmıştım çok özleyeceğim. Yaş 35, şairin söylediği gibi benim ömrümün de yarısı eder mi bilmem ama arkadaşımın söylediği gibi bir dönemeç olduğu kesin.
Daha fazla duygusala bağlayıp da bilgisayar başında gözyaşı dökmeye başlamadan okuduğum kitap ve gittiğim filmlerden bahsetsem iyi olacak. İlki Orhan Pamuk'un Kırmızlı Saçlı Kadın'ı, kitap 2016 yılında yayınlanmış, "Kafamda Bir Tuhaflık"ta göklere çıkardığım Orhan Pamuk'a ne oldu öldü mü acaba ? diye düşünmekten alamadım kendimi, sonra kitabın kısa süre zarfında yazıldığını anladım. Kafamda Bir Tuhaflık sanırım 5 ya da 6 yıllık bir emeğin ürünüydü, o yanılmıyorsam 2 yıl önce yayınlanmıştı, sonraki yıl belli ki bu ürün çıkmış ortaya, bu benim de rahatlıkla yazabileceğim bir eser, kitap ana karakter Cem'in kuyuculuk yaptığı çocukluk dönemi ve sonra zengin bir iş adamı olduğu zamanı anlatıyor, hikaye değişik, Orhan Pamuk yine ilginç bir hikaye yaratmış itiraf etmeliyim ki kitabın ilk kısmını çok beğendim, yine bir ruh inşası vardı, gözümde bir Anadolu kasabası canlanmıştı, kuyudan su çıkacak mı diye hızlı hızlı okurken, ustanın başına gelenlerle meraktan çatlamak üzereydim ki ikinci kısımda tüm büyü gitti, alalade bir kitaba dönüştü eser. İkinci kısmını aceleye getirmekle çok büyük bir hata yapmış Orhan Pamuk. Kafamda Bir Tuhaflık gibi bir eser olma potansiyeli kesinlikle varmış. Emeğin çok olduğu, yıllara yayılan işler cidden kendini belli ediyor. Bu yüzden Orhan Pamuk'un "Kara Kitap"ını okunacaklar listesine koydum, Kırmızı Saçlı Kadın sonrası, Benim Adım Kırmızı'ya başladım ama misafirlerim sıklaştıkça okumaya fırsatım kalmadı, bitirince ondan da bahsedeceğim.
Misafir ağırlama dönemimde yeğenim birkaç gün kalıp yardımda bulununca ben de boşluklarda kendimi onunla birlikte sinemaya attım. Önce Ata Demirer'in "Olanlar Oldu"ya ardından Vin Diesel'in "Yeni Nesil Ajan"ı na gittik. Ata'nın filmi Eyvah Eyvah serisi kadar güldürmüyor ama içinizi ısıtıyor, beni şaşırttığı tek nokta 4-5 yerde alenen küfür etmesi, bundan hiç hoşlanmadım hiç gereği yok üstelik kendisine hiç yakışmıyor. Diğer yandan film şu kış gününde sıcacık geldi, daha sinema koltuklarındayken kendimizi elimizde telefon, filmin çekildiği Sığacık'ta otel ararken bulduk, sıcak yaz günlerini özlediğimizi sürekli söylediğimiz yetmiyormuş gibi filmde de tatil bölgesine gidince içimiz bir hoş oldu.
Vin Diesel'in "Yeni Nesil Ajan"ı, Hızlı ve Öfkeli serisine göre biraz fantastik kalmış, ama bu insanların da hızlı olduğundan şüpheniz olmasın. Açıkçası her iki film de aman aman filmler değil, ama ben bir kez daha gidip "Olanlar Oldu"yu keyifle izleyebilirim. Vin Diesel'in filmi ise ancak yokluk anında izlenecek bir film derim.
Bu durumda ne yapıyoruz, Kırmızı Saçlı Kadın'ı şöyle kısa bir şeyler olsun dersek okuyormuşuz, Ata'nın filmine muhakkak gidiyor, Vin Diesel'in filmine ise vaktimiz bol paramız çoksa gidiyormuşuz.
Görüşene dek sevgiyle kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder