"Kayan Bir Yıldızla Değil Bir Öpücükle Dilek Tuttun mu Hiç, Ben Tuttum. Keşke Gerçekleştiğini de Söyleyebilseydim Size"
Bir önceki yazımı okuyanlar bilir, elimde Ali Harris'in "İlk Son Öpücük" isimli kitabı vardı ve onu bitirmeye çalışıyordum. Kitabı bitirmeden hakkında yorum da yapmış, bir yandan da kitabı bitirmeden yorum yapmanın doğru olmadığını yazmıştım. Nitekim geçen cumartesi akşamı kitabı bitirdiğimde, erken yorum yapmanın ne denli yanlış olduğunu bir kez daha anlamıştım. Hatta kitabı bitirdiğimde değil kitabın 400lü sayfalarına geldiğimde hata ettiğimi fark ettim. Çünkü bu sayfalar itibari ile hikaye çözülmeye başladı. Birbirine bu denli aşık bir çift neden ayrılıyor, farklılıkları sonunda boşanıyorlar mı yoksa kız hayallerini rafa kaldırıp Ryan'a duyduğu aşkı mı seçiyor diyordum ki hikaye meğer bambaşkaymış. O yüzden ilk başta söylemek istediğim şey bir kez daha şu ki Ali Harris alkışı ve pek çok övgüyü hak ediyor. İlk nedeni bir ilişkinin ve 2 insanın yıllar içindeki değişimini gelişimini üşenmeden kaleme alma sabrını gösterdiği ve yaratıcılığı için, ikincisi kitabın başından itibaren hikayeye bambaşka bir hava katıp büyük bir yanılgı yarattığı için. Tahmin ediyorum ki bu kitabı sabırla okuyanlar bundan sonra ciddi bir Ali Harris hayranı olacak. Bu arada kitapta ne mi oluyor, bir önceki yazıda yazdığım gibi bir boşanma ya da hayallerini rafa kaldırma yok, hem aşk hem hayaller de yok, ne var derseniz, ciddi bir kader ağı var. Kader ağlarını örüyor ama ne örmek ! Ne olduğunu söylemeyeceğim oturup kitabı okuyun. Kitabın sonuna gelirken bir kez daha şunu hissediyoruz, yaşam, anılar, aşk, çocukluğumuz, aile, arkadaşlar, yaşadığımız yer her şey çok ama çok kıymetli. Ve siz ne yaparsanız yapın bir kaderiniz var, bu hep mutluluk ya da hüzünle bitecek değil, ama muhakkak bize verip katacağı çok şey var. Ben hayatta hep nedenlerin olduğuna inandım. Sizin istememenize karşın bir şeyler oluyorsa, ya da bir şeyler canınızı çok yakıyorsa bile varacağı yer muhakkak güzeldir. Evrene güzel mesaj yolla güzel dönsün. Belki biraz da Müslüman olmanın verdiği "her şeyde bir hayır vardır" felsefesinden kaynaklanan bir inanç.
Çok önceki yazılarımdan birinde bir arkadaşımdan bahsetmiştim, kaderin ağlarını sarması neticesinde(bence öyle :) dünyaca meşhur yazarlardan birinin ekibinde çalışmaya başlamıştı. Hem bol miktarda para kazanmış hem de başkaları bilmese de yazılarını daha geniş kitlelere ulaştırmış, hatta sinemada bile izleme imkanı bulmuş, filmin galalarına gitmiş, ödül sevinçleri yaşamış, kendisine kutlama yemekleri yapılmış vs vs tüm bunları yaşarken de bir taraftan çok zor duygusal bir süreç yaşamış, hatta bu süreç dolayısıyla bir süre sonra bir türlü odaklanıp yazamaz olmuştu. Çünkü kendi ile baş başa kalmak istemediğinden sürekli değişik kişi ve insanlarla seyahat halindeydi. Bir gün, çalıştığı Amerikalı yazar ile ortak olan İngiliz Yapımcı yollarını ayırınca kendisi de ne yazık ki taraf seçmek durumunda bırakılmış, tüm o kitapları yazıp bol miktarda para kazanmasını sağlayan kişi Amerikalı yazar olmasına karşın, o hayranı olduğu (aslında istinasız tüm dünyanın hayranı olduğu) İngiliz yapımcıyla kalmaya karar vermişti. Çünkü Amerikalı yazarla kalmak evet bol para demekti ama arkadaşım tüm işi yapıyor olmaktan yorulmuş, karşı taraftan öğreneceği hiç bir şey olmamasından şikayet eder olmuştu. Diğer yandan İngiliz yapımcı için sayfalar dolusu koca kitaplar yazıp yollamasına gerek yoktu. Ama sorun şuydu ki, İngiltere'nin yaşayan 2. Shakespeare'i olarak adlandırılan bir adamı memnun etmek kolay değildi (hele bir de arada bir dilden başka dile çeviri yapılıyorsa). İşte o aralar (onun, nedenini bir türlü anlayamadığı benimse kaderdir, muhakkak iyi bir yere varacak dediğim) yaşamakta olduğu duygusal çilenin hediyesini aldı. İş yerinde, kendi tarzına hiç yakın olmayan, kendisine hiç benzemeyen birine karşı yoğun duygular beslemeye başlamıştı, bazı bağlayıcı nedenlerden oradan ayrılamıyor, o yüzden kendi içinde daha da boğulup duruyordu. Çünkü bir yandan gidemiyor diğer yandan karşısındaki kişinin kendi yol arkadaşına duyduğu sevgi ve bağlılığı görüp hem bir yandan duruma saygı ve sempati duyuyor ama diğer yandan da hiç hissetmediği kadar derin bir kıskançlık ve öfke duyuyor ama bunu sezdirmemek için de çaba göstermekten, buz gibi durmaktan helak oluyordu. O, "neden bu durumun içine düştüğünü" bir türlü anlayamıyor, bense "kader, vardır bir sebebi" diyordum. O, hissettiğim bu şey bir gün geçecek mi, normalize olup gülüp eğlenebilecek miyim diyordu, ben de etrafımdaki örneklere bakıp zaman diyordum. Nitekim aralarında yaşanan bazı tatsız tartışmalar, alenen gönderilişi, defalarca incitilen gururu, vb olaylar derken, karşısındaki kişinin kendi yol arkadaşına duyduğu aşkı da görmüş olmanın verdikleriyle, duyguları büyük oranda yitip gitmiş, hissettiği duygusal yoğunluk, tutku, diğer kadın yüzünden düştüğü derin kıskançlık ve öfkeden geriye bugün artık farklı biçime evrilmekle birlikte derin bir sevgi ve bağlılık kalmıştı.
Asıl soru şu, şimdi ben bunu niye anlatıyorum? Çünkü bu arada ne olmuştu? Kader ağlarını örmüştü. Benim sevgili arkadaşım tüm bu acıları yaşarken kaleme aldığı bazı yazıları İngiliz yapımcıya yollamıştı, İngiliz yapımcı arkadaşımın yazımını beğenmekle birlikte daha önce onu-adam dediğim gibi bir Shakespeare olduğundan - oldukça teknik, olay bağıntılı buluyor, söz konusu aşk olduğunda duygusal olarak bunu veremediğini söylüyor, o yüzden de onunla çalışmıyordu (Amerikalı yazara yazdığı kitaplar ödül almasına rağmen, açıkçası bu eleştiriler doğru, ödül alıyordu çünkü çok satan olayı farklı). İşte bu eleştirilere karşın bir gün öğleden sonra İngiliz yapımcıdan mesaj alıyor, BBC'yi aç, akşamki bölümü izle. Kızımız merak ediyor filmde nasıl bir çılgınlık olacak diye bir bakıyor ki filmin o bölüm ki hikayesi tamamen kendi yazdığı kısım, sadece o da değil, asıl kahramanımızın İngiliz kraliçesine okuduğu aşk dolu mektup, satır satır kendi sözleri, arkadaki fon müziğini de duyunca arkadaşım hüngür hüngür ağlıyor. sonraki pek çok bölüm de kendi hikayelerinden derleniyor. O akşamın sürprizinden sonra yapımcı, arkadaşıma şunu yazıyor "okuduğum en müthiş ve dokunaklı mektuplardı, sen aşık olmuşsun, ama ne yazık ki çok kederli ve acınası bir şekilde". Hissettiklerinin ne olduğunu tam olarak adlandıramayan arkadaşım bu mesaj sonrasında, tüm o uçta yaşama halinin aşk olduğunu anlıyor (çünkü insanın bir şeyi adlandırabilmesi için daha önce tecrübe etmesi gerekir, daha önce yaşamadığından adlandırmayı da başaramamıştı)
Ve sorunun cevabına geliyoruz, ben kader bir şey yaşatıyorsa muhakkak bir nedeni vardır, derdim. Ve işte olan olmuş, bir yandan iyi ya da kötü anlamda hiç yaşamadığı duyguları yaşayıp böyle bir şeyin de var olduğunu görmüş (bence her şeye rağmen bir şanstır, çünkü aramakla bulunmaz) diğer yandan hayranı olduğu bir dahinin övgü dolu sözlerini alabilmiş, dünyanın en çok izlenen dizisinin yaklaşık 1 aylık bölümünü tek başına inşa etmiş, parasını da kazanmış bol bol seyahat de etmiş, sevdikleri ile vakit de geçirmiş. Üstelik BBC'de yayınlanan bölümleriyle artık yazma işinin sonuna geldiğine de inanmıştı. Çünkü o yazılara hissettiği neyi varsa döküp yazmış, ama neticede tüm hayallerini gerçekleştirmişti.
Yani çaresizce içine düştüğünüz bir durum varsa bilin ki sizi ulaştıracağı iyi bir yer vardır, başınıza gelen her şeyin bir nedeni vardır.
O yüzden Ali Harris okuyun derim, siz neler düşünür, nelerin hesabını yaparken kader size neler yaşatır görün.
Not: Fotoğraflar http://www.arsivfotoritim.com/bolum/eylul-2007/ adresine ait, çok güzel fotoğrafları var, göz gezdirmek isteyenler için adresini ekledim. İlk resmin adı dönüşüm, ikincisi kader, üçüncüsü huzur.