11 Şubat 2016 Perşembe

Sen Benim Hayatımsın

Ferzan Özpetek'in "Sen Benim Hayatımsın" isimli eseri, son zamanlarda nereye gitsem herkesin elinde gördüğüm bir eser oldu. Ancak tahmin ediyorum ki insanlar eseri sadece ellerinde gezdiriyor, çünkü ne zaman "kitap nasıl" diye sorsam, aynı düzeyde cevaplar alıyordum "iyi, sevgilisini, hayatını anlatıyor..." Kitabı okuyunca insanların kitabı yalnızca resim çekmek için kullandıklarını anladım, çünkü normal şartlarda ben "kitap nasıl" diye sorduğumda karşımdakinin "bu nasıl bir kitap böyle" şeklinde heyecanlı bir tepki vermesi gerekiyor. Neden ? Çünkü Ferzan Özpetek resmen kendi çapında bir çığır açmış, onu okurken gözümün önüne durmaksızın Yves Saint Laurent ile Karl Legerfeld geldi. Ayrıca kitap, Woody Allen'ın "Roma'ya Sevgilerle" filmini saymazsak Roma'yı neden sevmediğimi bir kez daha hatırlamamı sağladı. Kitabı okurken kendime hep şunu sordum: Yazım şekli mi kötü, yoksa anlattıkları mı? Dürüst olmak gerekirse yazım şekli kesinlikle kötü değil, hatta değişik bir üslup benimseyip kitabı sevgilisine anlatmış, kimi zaman bu tarzdan çıkıp bize hem sevgilisini hem kendini hem de hayatını anlatmış. Yani yazım kısmında problem yok. Ama nedense sonda yazdığı teşekkür kısmı, sanki bazı şeyleri yaşamamış da uydurmuş izlenimi yarattı, o noktayı çözemedim. Fakat netice itibariyle diyebilirim ki, Ferzan Özpetek kitapta hayatını anlatmış, 70'lerin çılgın özgür ruhu, Avrupa'nın kıyısında bir şehir Roma, yönetmen olmak isteyen bir genç, aileden yollanan iyi sayılabilecek bir harçlık ve buyurun size Yves Saint Laurent'in Roma'da geçen Türk versiyonu Ferzan Özpetek ve çılgın hayatı. Benim kitaba bakış açım aslında kişisel olmaktan çok toplumun biz insanların düşüncelerini ne denli şekillendirdiğinin kanıtı gibi.. Çünkü bence kitapta fütursuzca okuyucuya sunulan gerçeklik benim için kabul edilemez derecede çirkin. Ama bunu Amerikan ya da Avrupalı okuyucuya sunduğunuzda onlar için olağan karşılanabilir. Aslında bu hayat okuyucuya sunulmuş olmasa, eş-cinsel olmasından dolayı sayın Özpetek'e saygı duyma ihtimalim olabilirdi ancak erkeklere olan düşkünlüğünü, sokağın hangi köşe başlarında hangi adamlarla birlikte olduğunu, yaşadığı anlık- tek gecelik ilişkilerini tek tek anlatması benim açımdan seçiminin saygı duyulabilir olmaktan çıkmasına sebep oldu. Rahatsız olmama rağmen kitabı neden sonuna dek okuduğuma gelecek olursam "Sen Benim Hayatımsın" diye hitap ettiği kişiye dair bilgi arayışıydı. Kitabı ona anlatıyor ama onun hakkında sayfalar boyunca yalnızca birer satırlık bilgiler veriyordu. Yani eğer "Sen Benim Hayatımsın"dan kastı hayatındaki asıl adamsa biz kitapta o asıl adamı görmüyoruz. Kalbimizi yerinden sarsan bir aşk hikayesi okumuyoruz, yok eğer kastı kendi hayatıysa evet, onu tamamen görüyoruz. Halbuki beni kitabı okumaya iten kapağın arkasındaki "Çünkü sadece çılgıncasına aşık olanlar bir insani sevmenin ne demek olduğunu bilir" sözü olmuştu. Bu yüzden derin bir aşk hikayesi ummuştum, fedakarlığın, karşındakini mutlu görmenin, endişe etmeden yaşayamamanın, aldığın her nefeste onu hissetmenin ne demek olduğunu anlatacağını ummuştum. O yüzden benim için tamamen hayal kırıklığı oldu. 

Diğer yandan okurken kendimi bir kez daha şunu irdelerken buldum "sınırsız özgürlük" cidden insanlar için olumlu bir durum mu? Bunu yalnızca Ferzan Özpetek'in yazdıklarına dayanarak söylemiyorum, aynı durumda olan pek çok insan var, evet adamlar dahi ama, çok para, sınırsız özgürlük, her şeye sahip olabilme lüksü, ya sonra ?  Sonrası alkol, uyuşturucu, doyumsuzluk ve intihar... Abarttım mi, belki, ama bunun da bir realite olmadığını söyleyemeyiz. 

Bu kitabı okurken gözümün önüne gelen diğer bir isim Aylin Devrimel Rodomisli Cates oldu. Tabi o ne Yves Saint Laurent ne de Karl Legerfeld gibi bir dahi ya da eş cinsel değildi, üstelik ne ünlü bir tasarımcı ne de ünlü bir yönetmendi ama ölümünden sonra Ayşe Kulin sayesinde ünlü olduğu kesin. Ayşe Kulin'in "Adı Aylin"ini okuduktan sonra bir arkadaşımla kitabı değil de kitaba konu olan Aylin Devrimel'i konuşurken arkadaşıma şöyle bir şey söylediğimi anımsıyorum: "Bir insan kaç kişi ile birlikte olabilir, bir beden kaç insana tahammül gösterebilir, duygusal açıdan bu bana imkansız geliyor" demiştim, arkadaşım "senin için durum böyle" cevabını vermişti. Ben bir insan kaç kişiyi sevebilir hesabını yaparken o yanlış noktaya takıldığımı söylemişti. O zaman "iyi ki Türkiye'de doğmuşum" diye düşünmüştüm. İyi ki aile kavramımız var, zaman zaman hepimiz özgür olmayı, aklımıza estiği gibi yaşamayı istiyor olsak da tüm o çılgınlıkların sonunda insanın sığınmak istediği yer yine evidir. Dönüş yine evedir. Sizi sevdiğini bildiğiniz insanların yanındadır huzur. Zaten sonunda bilmek istediğimiz bu değil mi, koşulsuz sevildiğimizi bilmek ve bize bunu veren kişiye ömrümüzü adamak. Tabi arkadaşımın da söylediği gibi bu benim düşüncem, ama Ferzan Özpetek de tüm o çılgın yaşantısının yanında hayatındaki asıl kişiye şunu anlatıyor aslında, senden önce hayat ne denli boşmuş, yani tercihi farklı olsa da sonunda o da tek kişiye sığınmayı seçmiş. Ve ilginçtir gerçekten de birileri bize bu hissi yaşattıktan sonra önceki hayatın ne denli anlamsız olduğunu ve daha önce nasıl da boş yaşadığımızı düşünürüz ama yine ilginçtir ki ondan önceki hayat da dolu dolu yaşanmış, hiç de boş geçmemiştir, buna rağmen bunu görmeyiz, ve ondan önceki hayatımızdaki her şeyi kenara atıp ikincil hale getiririz.

Neticede kitabın yazım şekli iyi, konusu ve anlattıkları ilginç, okuyup okumamak sizin tercihiniz, ama diğer yandan Ayşe Kulin'in "Adı Aylin"ini şiddetle tavsiye ederim, Ayşe Kulin bu kitapta iyi iş çıkarmış. Hem "Adı Aylin" hem de diğer Ayşe Kulin kitapları yaz tatilimin keyifli geçmesini sağlayan unsurlar olmuştu. Resmi görünce yazı özlememek de elde değil, hafif esintili havada kumun üzerine yatıp kitap okurken bir yandan insanların ve çocukların neşeli seslerini dinlemek harikaydı. Hay Allah nasıl da iyice özlem bastı şimdi. Tatil grubunu arayıp gelecek yazı kapatacak bir plan yapmak lazım :)

Siz de görüşene dek sevgi ve kitapla kalın !
                    

3 yorum:

  1. (Sonrası alkol, uyuşturucu, doyumsuzluk ve intihar... Abarttım mi,)Abartı yok kesinlikle katılıyorum.

    YanıtlaSil
  2. ("Bir insan kaç kişi ile birlikte olabilir, bir beden kaç insana tahammül gösterebilir, duygusal açıdan bu bana imkansız geliyor" demiştim,)İmkansız degil,çok bildigim örnekler var.Arkadaşınız yanlış noktaya takılıyorsun.söylemimden fazla şeyler yaşanıyor.Bu yapanların erkeklerin aksine kadınlar olması düşündürücü.

    YanıtlaSil
  3. (Çünkü bence kitapta fütursuzca okuyucuya sunulan gerçeklik benim için kabul edilemez derecede çirkin. )Genç çocuklarımızı nasıl koruyacagız düşündügüm bu,normal bir yaşanmış gibi özendirmeyi

    YanıtlaSil