2 Temmuz 2015 Perşembe

Agapi

New York Times'ın çok satan yazarı Sarah Jio tarafından kaleme alınan Agapi "Ölümsüz Aşk" isimli eseri D&R raflarında görünce hemen alıp, tavsiye edildiği üzere bir çırpıda okudum. Kitabı bitireli yaklaşık 3 hafta olduğu için, kitabı şu an çok ayrıntılı anımsamıyorum, ancak kitapla ilgili aldığım not ve izlenimlerim mevcut. Kitabın içeriğine geçmeden önce Sarah Jio ile ilgili şunu söylemeliyim, (okuduğum 3 kitabına istinaden) Sarah Jio eser konusunda tuhaf bir zikzak çiziyor. Çok övülen bir kitap olmasına karşın(muhtemelen çok satan politikası), Agapi okuduklarım arasında en kötü olanıydı. Birincisi büyük bir acele ile yazılmış, dolayısıyla çok üstünkörü bir yazım türü söz konusu, ikincisi hikaye pek de tatminkar görünmüyor. Bir an acaba "Sevgililer Günü"ne özel mi tasarlanmış diye düşünmeden edemedim.Üçüncüsü ve en kötüsü ise arka kapakta yazan yazının sizde daha derin bir hikaye beklentisi oluşturması. Kapağın arkasına şöyle bir şey yazılmış "İlk görüşte aşık olabilirsiniz. Fiziksel bir çekime kapılarak kendinizi aşka bırakabilirsiniz. Tutku ve ihtiras dolu bir serüvene çıkabilirsiniz. Paylaşımlarınız üzerinden aşka tutunabilirsiniz. Aşkı hiçbir bağlayıcılığı olmayacak şekilde de tanımlayabilirsiniz. Peki gelecek planlarınızla uyumlu bir aşka ne dersiniz? Ya da belki ölümsüz aşkı bulursunuz. Aşkın altıncı hali agapiyi...Onu "o" olduğu için seversiniz ve asla vazgeçmezsiniz."  

Kitabın kahramanı Jane, annesinden kalan büyük bir çiçekçi dükkanına sahiptir(Sarah Jio'nun her eserinde çiçekler ana unsur), bir yandan çiçekçi dükkanında çalışan Jane bir yandan da ara sıra nükseden görme problemleri ile uğraşmaktadır. Bir noel vakti kapısına bırakılan bir kart Jane'nin yaşadığı görme probleminin aslında bir kusur değil aksine kendisine bahşedilmiş bir yetenek olduğunu bu yüzden yazılan gün ve tarihte karttaki adresi ziyaret etmesini yazmaktadır. İlk önce bunu bir şaka zanneden Jane, kartın tanıdığı kimse tarafından gönderilmediğini anlayınca, kartın sahibi ile görüşmeye gider ve aslında görme bozukluğu olmadığını aksine gerçek aşkı görme yeteneği olduğunu öğrenir. Üstelik bir de görevi vardır, 30.yaş gününe kadar, 6 farklı aşkı gözlemlemek ve kendisine verilen boş kitaba yazmak zorundadır. Aksi takdirde hiç bir zaman gerçekten aşık olamayacaktır. Herkesin düşüncesi farklı olmakla birlikte konu bana pek tatminkar gelmedi bu 1, 2.si Jane, New York'ta yaşıyor olmasına karşın etrafındaki insanlarla yakın ve sıcak bir ilişkisi var. Sorun ne? dediğinizi duyar gibiyim. Sorun şu, yalnızlığa mahkum Amerikan bireylerinden ziyade, Jane etrafı sıcak ilişkilerle dolu Türk toplumundan bahsediyor gibi.. Kitaba dair hiç mi iyi bir sözüm yok, olmaz mı var tabi ! Örneğin Jane karakterini çok sevdim hatta onda kendimi buldum diyebilirim. Dik duruşuna karşın her şeye duygulanan gözünden yaşı eksilmeyen bir kız Jane. Üstelik sevdiklerini (ama kendine ait olanları) deli gibi sahiplenen, ulaşamadıklarına hasretle uzaktan bakıp ama diğer yandan hep mutlu olmalarını isteyen, güveni dağıldında toparlaması zor olan, herkese rağmen yalnız hisseden bir kız. 

Jane daha kendi yaşayamamışken kendini birden 6 farklı hikaye ararken bulur. Şimdi şöyle bir düşününce bu hikayelerin içinde hiç mutluluk yoktu gibi anımsıyorum. Çünkü bunlar hep zor hikayelerdi. Biri Jane'in yardımcısı Lo'nun başına gelmiş, Lo ilk kez aşık olmuş ancak aşık olduğu kişi evli çıkmıştı. Ve Lo kendini bu aşktan uzak tutamamış, ilk kez hissettiği o duyguya deli gibi sarılmıştı taki  Lo, bir gece aşık olduğu adamın evine gidip pencereden eşini onun omzuna yaslanmış şekilde görene kadar. O görüntüden sonra Lo, ertesi gün için çıkacakları Paris seyahatini iptal eder, sevdiği adamı da terk eder. Ancak 3 gün sonra adamın Paris'te kalp krizi geçirip öldüğü haberi gelir. Richard Gere'nin ölüm sahnesinden sonra bana bir kez daha "hayııııııırrrr" dedirttiren bir sahne oluyor bu. Çünkü adam da gerçekten Lo'yu sevmektedir. Ölüm haberinden sonra Lo'nun durumunu yazan Jane ile aynı sorunsala düştüm "eşi ve çocukları ile birlikte olup Lo'yu kahretseydi ama hayatta mı olsaydı, yoksa ölüp de herkesin hayatından sonsuza dek uzaklaşsa mıydı?" Dışarıdan bakınca, ölmesi herkesin yoluna devam etmesi açısından iyiymiş gibi görünmesine karşın, söz konusu kalbimizdeki insan olduğunda hissettiğiniz şey çok farklı. Bir insanı tüm uğraşlarınıza karşın silemediğinizde ve her seferinde yeniden tekrar tekrar sevdiğinizde, ve onun düşüncesi olmadan geçen, değil bir gün bir "an"ınız bile olmadığında, istediğiniz ve isteyeceğiniz tek şey O'nun "başkasına ait de olsa" hayatta olması olur. Çünkü bilirsiniz ki O artık sizin yaşama sebebiniz olmuştur. Yaşadığınız şehri anlamlı kılan, olmadığı vakit katlanılmaz yapıp, kaçmanıza sebep olan kişidir. Diğer yandan artık hayatınız tatsız ve siz tüm hayata kör gibisinizdir ve bilirsiniz ki artık ömür boyu bu böyle olacak, hayata kör yaşayacaksınız, baktığınız hiç bir güzelliği görmeyecek ve duymayacak, sadece bedenen varlık göstereceksinizdir.  Buna rağmen O'nun hayatta olmasını istersiniz çünkü O artık yaşama, nefes alma sebebinizdir ve siz Onsuz nasıl nefes alacağınızı bilmezsiniz. Tabi bu benim düşünce ve hissetme biçimim, Lo'nun ne düşündüğünü bilmiyorum. Çünkü Jane yazmamış. 

Kitapta Jane'in gözlemlediği 6 tür aşk var. Bunlar : Eros, Ludus, Storge, Mania, Pragma ve Agapi. Bu türler aslında ne Sarah Jio'nun ne de Jane'in uydurması, aşkın 6 türü Kanadalı Sosyolog John Lee tarafından 1970 yılında yapılan bir araştırma sonucu ortaya koyulmuş. Ne kadar doğru ya da değil bilemiyorum, bir ara araştırmışlığım olsa da (25 ayrı etmen var, dna zıtlıklarından-zıt olması şart-, fiziksel benzerliklere, beynin yaptığı kodlamalardan, kimya vs gibi faktörlere kadar) katiyen bu konuda uzman değilim. Ama aşkın diğer türleri nedir, nasıl bir hikaye anlatır diye merak ederseniz buyurun okuyun derim, ancak kitaptan üstün bir performans ya da başarı da beklemeyin.                          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder