15 Nisan 2013 Pazartesi

Türkiye'nin Sessiz Devrimi ve Lübnan Örneği

Uzun bir aradan sonra herkese merhaba, ne zamandır yazmak isteyip de yazamadığım bir çok şey birikti içimde. Bunda doktora derslerinin de etkisi var kuşkusuz. Öncelikle her zaman yaptığım gibi yine belirtmek isterim ki bu blog siyaset blogu değildir. Ancak okuduğum tarihi vesikaları, makaleleri, kitapları da bugünden bağımsızmış gibi düşünmek safdillik olur. Sonuç itibari ile evet tarih tekerrürdür. 
Lübnan'da yaşayan bir arkadaşım sayesinde Lübnan'a oldukça ilgi duymaya başladık son zamanlarda. Eh tabi bugün ki konumunu anlayabilmek için de açıp 3-4 bilimsel makale okudum. Ne olmuştu da orada İç Savaş çıkmış, yıllar önce yarı yarıya olan Müslüman ve Hıristiyan topluluk arasındaki denge nasıl bozulmuştu? Tüm bu süreci okurken FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü)'nün Lübnan'daki teşkilatlanması bana garip biçimde ülkemizdeki mültecileri ve yaşananları anımsattı. Bunun yanı sıra Utah Üniversite'sinde Amerika adına çalışan Doç Dr. Hakan Yavuz'un söylediği "Türkiye şu an sessiz bir İslami devrim yaşıyor" söylemi de aklıma gelince iste istemez Lübnan süreci gözümün önünden geçti. 


Özetle Lübnan'a değinecek olursam, İç Savaş'tan önce Lübnan'daki Müslüman nüfusu ile Hıristiyan nüfusu yaklaşık olarak yarı yarıyadır. Şu anda Müslüman nüfus baskın olmakla birlikte 1932 yılından beri sayım yapılmadığı için nüfus tam olarak bilinmemektedir. İç Savaş öncesinde kurumlar Müslümanlar ile Hırsitiyanlar arasında paylaşılmış durumdadır. Ve halk bir biçimde yaşayıp gitmektedir. Ancak hemen yanı başlarında yaşanan İsrail-Filistin çatışmaları, ve büyük oranda Filistin yenilgilerinden dolayı bölgeye dalga dalga Filistinli Müslüman göçü yaşanmıştır. Öyleki 1970 yılına gelindiğinde Müslüman nüfus Hıristiyan nüfusu geçmiştir. Fakat Müslüman nüfusun giderek artması ülkedeki iç dengeleri bozmaya başlamış. Yobaz Müslüman kesimin, Hıristiyanlara baskı yapmasına sebep olmuştur. Bu durum karşısında Hıristiyanlar Falanjist Güçler ve Hür Milliyetçiler adında birlikler kurmuşlardır. Çünkü bölgeye gelen mülteci Filistinliler, Lübnan'da pek çok eğitim kampı kurarak bugün hepimizin bildiği FKÖ'yü kurmuş başına da Yaser Arafat'ı geçirmişti. Lübnanlı Müslümanlara ait olan Lübnan Ulusal Harekatı da FKÖ çatısı altına girince, FKÖ giderek en güçlü İslam birliği haline gelmiştir. Lübnan'da 1970li yıllarda Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay başkanı Hıristiyan'dır. Ancak FKÖ'den güç almaya başlayan kesim Hıristiyan cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanı istemediğini söyleyince iki kesim arasında gerginlik tırmanmaya başlar. Bu arada FKÖ'nün Lübnan kamplarında eğitimler yapıp, savaşıp geri gelmeleri ise, ülkedeki Hıristiyan halkı rahatsız etmekteydi. 1973 yılına gelindiğinde İsrail Ordusu hiç bir direniş görmeden Beyrut'a kadar girip 3 FKÖ liderini öldürünce, Lübnan'da taraflar araındaki ipler kopar. Halk "nasıl oluyor da İsrail elini kolunun sallayarak şehre giriyor" diye ayaklanıp durumu protesto edince başbakan istifa eder. Lübnan Ordusu, Beyrut'un güneyindeki FKÖ kamplarını kuşatır, 2 hafta boyunca şiddetli çatışmalar yaşanır. Arap Devletlerin araya girmesiyle bu çatışmalar devam eder. Ancak İç Savaş'ın yaşanması engellenemez ve sonuç itibariyle Lübnan'da bugün Müslüman kesim Hıristiyan kesimden yoğundur, Lübnan da oldukça ilginç bir ülkedir. 

Tüm bunları okurken, gözümün önünden ister istemez Suriyeli mülteciler gelip geçti. Biliyorsunuz onlara dair de pek çok haber gördük televizyon ve gazetede. Sınır bölgelerine yerleştirildiler, eğitim kamplarının varlığından hatta gece savaşlara götürülüp gün ışırken geri getirildiklerinden bahsettiler. Doğru yanlış bilemem. O yüzden iddia ettiler diyorum. Ama şu bir gerçekki ülkedeki Arap nüfusu giderek arttı, bunu en bariz şekilde yaşadığım şehirden söyleyebilirim çünkü her yerdeler. İnsanların ülkemize gelip sığınmasına lafımız yok elbet. Ama insan ister istemez düşünüyor, bu insanların varlığı ülkeyi daha ileri ki yıllarda Lübnan'daki gibi yobazlaşma ve farklılaştırma noktasına götürür mü? (Ha evet bizde Hristiyan nüfus yok. Ve onlardan farklı olarak onlarca değişik dinamik var, bunu yalnızca onlara bağlamak katiyyen doğru olmaz.) Fakat ciddi biçimde Türkiye'de bir ikilik var, hani laik ve anti laik dedikleri (ki bu da tam manasıyla doğru değildir ama...) Eh bir de Hakan Yavuz'un Amerika'ya sunduğu raporda "Türkiye sessiz bir İslami devir geçiriyor" söylemini de alınca insan düşünmeden edemiyor! 

İnsanlara(mültecilere) yalnızca barınak sağlıyoruz kisvesi altında, Türkiye aslında hangi geleceğe hazır hale getirilmeye çalışılıyor?

2 yorum:

  1. Hani insan uzun süre alışkın olduğu bi lezzetten uzak kalır,mahrum olur.Ve birden karşısında o tadı bulur.. İşte şimdi senin yazını okumakta böyle bir his.Yeniden yazdığın için yazılarınla bizi başbaşa bıraktığın için öncelikle teşekkürler.
    Yazını başından sonuna dek okudum.Çok farklı küresel bir bakış açısı olmuş.Hani denir ya 'nereden nereye bağladı' diye,aynen öyle bir yazı seninkisi.Lübnan'da yaşananlar ile Türkiye'de yaşananlar birbirine yakın.Yazında dikkat çektiğin hususa zannediyorum ki çoğu kişinin dikkatini o yöne celbedecek.Çünkü;olaylara senin baktığın açıdan bende dahil bakmamıştım.'İnsansı bi yardım' olarak değerlendiriyordum.Ama ya sonrası? Biz sonrasını çok rahat bi uyum süreciyle gerçekleştirebilir miydik? Yoksa gene 'sizler' ve 'bizler' ayrımı ile yüzyüze kalır mıyız..
    Umarım bu marjinal yazının,devamı niteliğinde bir yazı yazarsın..

    YanıtlaSil
  2. Öncelikle ellerine sağlık dünya dinamiklerinin kısa bir özeti olmuş. biliyoruz ki bu bir örnek nasıl Lübnan da yaşananlar tanıdık geliyorsa İran'da yaşananlar da Suriye'de yaşananlarda aynı şekilde örnek teşkil ediyor. geçenlerde BBCnin yayınladığı İran devrimi nasıl gerçekleşti yazısını okurken, kendimi Türkiye tarihi okuyormuşum gibi hissettim ve büyük bir korkuya kapıldım. süreçler birbirine öyle çok benziyordu ki artık kendimi gelecekte olacakları şimdiden görmüş bir gibi düşünüyorum. serde tarihçilik olması sebebiyle az çok ilgimizi çekiyor konular ve bu nedenle, getirilen mültecilere maalesef iyi niyetle bakamıyorum, üstelik Suriye'ye Bir battaniye, bir ekmek yazılarıyla bezenmiş reklam panolarında silah resimleri görüyorum. Ve evet haklısın ülkenin her yerinde sayıları gittikçe artan bu nüfus hiç de gideceğe benzemiyor. bizim yaşadığımız şehirde bile bunu görmek mümkün. Farklı dinamiklerin yönlendirmesiyle hep aynı senaryo,farklı oyuncular ve aynı son. Libya ile ilgili makaleyi hazırlarken de aynı senaryoyu okumuştum. seninde söylediğin gibi Tarih tekerrürden ibarettir.

    YanıtlaSil