Yoğunluktan dolayı yeni bir yazı kaleme almak gibi bir niyetim yoktu bu aralar, sömürge meselesi ile ilgili bir makale hazırlamam gerektiğinden oldukça yoğunum. Ancak az önce konu için kitap okurken öyle bir sayfa okudum ki tüylerim diken diken oldu. Bunu kendime saklasam ayıp olur diye düşündüm. Kitabın yazarı İtalyan tarihçi Raimondo Luraghi kendisi İtalyan'ın en önemli tarihçilerinden biri. Luraghi'nin "Sömürgecilik Tarihi" isimli eserini okuyordum. Afrika'nın Sömürge Haline Sokulması kısmında Müslümanlara da atıfta bulunmuş oraya geçmeden evvel kısa bir girişte bulunacağım.
1830 yılında Fransa yönetimsel anlamda sıkıntı yaşamaktadır. Ülkede yeni bir krallık dönemi yaşanmaktadır, baskı mevcuttur. Buna rağmen libarel eğilimli muhalifler mecliste çoğunluğu sağlamıştır. Kral X. Charles ve bakanı Polignac, ülkeyi kesin olarak susturacak, eli kolu bağlı bir mutlakiyet yönetimine teslim edecek bir hükümet darbesi yapmayı planlamaktadır. Ancak tüm bunlar olurken halkın dikkatini farklı bir yere çekmek gerektiğini düşünür. Fransa dışına bir yere.
Bu arada Osmanlı padişahının ismen naibi olan Cezayir Beyi, Fransa'ya daima dostça davranmış hatta ona borç para da vermiştir. Ancak Fransa o sıralar bu parayı henüz geri ödememiştir. Cezayir Beyi 29 Nisan 1830'da krali temsilen Fransız konsolosunu yanına çağırıp, konsolosa sert bir nutuk çeker ayrıca bu esnada elinde bulunan at kılından yapılma sinekliği ile konsolosu okşayıverir. Böylelikle Kralın aradığı savaş bahanesi çıkmış olur. Çünkü sineklik Fransa'nın şerefini lekelemiştir. Hükümet kralın yapacağı şeye anlayınca kralı protesto eder ama kral tüm bu protestolara rağmen 14 Haziran'da Cezayir'e çıkar, 5 Temmuz'da Cezayir Bey'ini tutsak ederler ve Fransa'nın Cezayir macerası başlar. Luraghi'nin Müslümanlar hakkındaki söylemine geçmeden önce belirtmek isterim ki, durum kralın umduğu gibi gelişmez Fransız halkı içeriye odaklanmıştır ve sonuç itibari ile kral kaçar ve geniş anayasal haklar verecek olan Louis - Philiie d'Orleans gelir tahta. Şimdi gelelim Luraghi'nin sözlerine :
Cezayirli "barbarların" uygarlığı Paris'te küçük görülüyor, buna değer verilmiyordu. Numidya'nın büyüklüğünü yaşamış bu ülkeye, İslamiyet, yüzyıllardır yeni bir soluk getirmişti. Kuran'ın verdiği kültür, insanın anlatılmaz, adem biçiminde tasvir edilemeyen ama her yerde hazır olan bir Tanrısallık kavramına yükseldiği mutlak bir tek Tanrı'ya inanış biçiminde özetlenebilir. Müslümanlar yalın tapınaklarında "ışıkla aydınlanmış çöllerin haşin çıplaklığından hoşlanan ve kendisine Gökyüzünden başka şeyin benzetilmesini kabul etmeyen yalnız bir Allah'ın, açık seçik, yalın ezici ve büyük"düşüncesinin yüce huzurunda kafalarını birleştirmeyi öğrenmişlerdi.
Bir Müslüman kaderini bütünüyle bu mükemmel Allah'ın iradesine terk etmeyi, kendini O'na bırakmayı ve O'nun nüfuz edilemeyen amaçlarında huzur bulmayı öğrenmişti. "Rahim ve Gafur Allah adına! Seni hayranlıkla anıyoruz, Seni yardıma çağırıyoruz: Bize doğru yolu göster, Merhametine mazhar olan insanların yolunu!" Üzülmeye, öfkelenmeye ya da titremeye gerek var mı? Bir Müslüman her şeyin Allah'ın iradesine bağlı olduğunu bilir ve iki paralık gücüyle tarihin yönünü değiştirebileceğine inanan kâfire gülüp geçer. Allah onu utandıracaktır: Ve bunu da uygun bulduğu an yapacaktır. Ama yapacaktır.
HAYIR, FRANSA MÜSLÜMAN DÜNYANIN BÜYÜK MANEVİ GÜCÜNÜ DEĞERLENDİREBİLMİŞ OLSAYDI ONA BU KADAR KOLAY MEYDAN OKUYAMAZDI !