Bu aralar gözümde sürekli iki damla yaş, oğlu savaşa gitmiş de dönmemiş nineler gibi orada burada ağlıyorum, hayat fazla hüzünlü geçtiğinden mi elimdeki kitap beni yasa boğduğundan mi yoksa her ikisi birbirine karıştığından mı bilmiyorum. Kazara birilerine yakalanırsam göz nezlesi oldum diyorum. Açıklama yapmaya halim yok. Bazen kendisinden gizli anneme kızıyorum, bu her an tüm dünya için ağlamaya hazır halimi bana hamileyken geçirdiğini tahmin ettiğim gözü yaşlı hallerine bağlıyorum. Tüm bu ruh hali yetmezmiş gibi bir de Hasan Ali Toptaş okuyorum, ölümcül bir darbe gibi!
Hasan Ali Toptaş, ismini duyduğum ama daha evvel okumadığım bir yazardı. Nedense şu an ondan "duyduğum ama okumadığım bir yazardı" şeklinde bahsetmek çok tuhaf geliyor. Sanki çok uzakta, buz tutmuş bir gölünün ortasında yapayalnız kalmış bir adamdan bahsediyormuşum gibi, uzak, mesafeli, soğuk...Halbuki onu okuyunca neden çok sevildiğini anlıyorum, o kadar bizden, o kadar tanıdık ki yazar demek tuhaf, saygısız hatta ayıp geliyor. O yüzden "büyüğümüz" "ağbimiz" demek sanki daha onu tanımlar ya da onurlandırırmış gibi yazar yerine "büyüğümüz, ağbimiz" demek istiyorum.
Hasan Ali Toptaş'ın muhteşem bir Türkçesi, oldukça basit ve yalın bir anlatım tarzı var. Kitap akmakla birlikte koşmuyor, Anadolu'nun güzel yüzlerini olduğu gibi sunmuş. Kendi hikayesi mi yoksa tamamen kurgu mu bilemedim. Ama bildiğim bir şey varsa kurgunun da yazarın karakterinin bir parçası olduğudur, sanıyorum ki kendisini en çok da bu yüzden seviyorum. Uzakları gözleyen öylesi kırgın çocuktan, elinden geleni esirgemeyen öylesi saygılı, vefalı evlada... Kuşlar Yasına Gider, bir baba ile oğlu arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Havası ilk andan itibaren çok ağır, hüzünlü bir hikaye onlarınki, finali bol gözyaşı... Ama oldukça kalbine dokunuyor insanın o kadarki her hastalıkta her cenazede gözümün önünden sevdiklerim geçiyor tek tek. Sanki gömülenler onunkiler değil de benimkiler gibi... O yüzden kısa zamanda bitirmek yerine zamana yayıyorum, her gün o hüzne o sıkışıklığa dayanmıyor kalbim. İnsan en çok ölümlerde anlıyor her şeyi. Sevdikleriniz gidiyor ve sonra hiçbir şeyin anlamı kalmıyor. Ne kırgınlıkların, ne kızgınlıkların hiç ama hiçbir şeyin...Sanki kalbiniz yerinden sökülüp alınmamış, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi, dünya dönmeye devam ediyor, giden gitmiş sizse biraz daha sessizleşip yalnızlaştığınızla kalıyorsunuz.
İnsan sevdiklerine kırılıyor sevmediğine değil, o yüzden vakit varken gidip sarılın onlara, atın dargınlıkları. Biliyorum kolay olmuyor, biliyorum çünkü ben de kırgınım, hem de en değer verdiğim isimlerden birine, çoğu zaman gidip boynuna sarılayım bitsin bu kırgınlık diyorum, ama sonra onun tarafından dışlanıp uzaklaştırıldığımı anımsıyor ve hiç bir şey yapamıyorum. Yani benimki bambaşka bir durum. Benim sağ sağlim kalması için dua etmekten başka çarem yok, ama siz fırsatınız varken gidip sarılın sevdiklerinize, atın kırgınlıkları çünkü hayat keşkelerle geçirilmeyecek kadar kısa
Ve bu arada Hasan Ali Toptaş okumayı da ihmal etmeyin sakın,
Yası bol olsa da
Bir bakın bakalım güzel insan olmak nasıl bir duyguymuş