Bir - iki yıl önceydi, turizm acentesi olan bir arkadaşım, kendisiyle çalışmamı istemiş, yurt dışı turları için benim bir program hazırlamamı ve insanları gezdirmemi teklif etmişti, hatta iyi de ücret önermişti ama ben her zamanki huysuzluğumla "ben öyle herkesle her yere gitmem" deyip kabul etmemiştim. Hiç de pişman olmadım açıkçası, çünkü insanları memnun etmek zordur üstelik herkesin zevk aldığı unsurlar da farklıdır. İlkbahar ve sonbahar ayları genelde kültür turizmi yoğundur, "insanlara etrafı gezdirirken bir yandan da sürekli anlatacak kişinin tarihçi olması hoş olur, hatta bizim asla bilemeyeceğimiz yeni rotalar çıkarırsın sen" demişti arkadaşım. Nereden bulacağım yeni rota derken(aslında daima var) ama artık gezmekten bıkkınlık da gelmişken, Emine Çaykara'nın hazırladığı "Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık" kitabını elime alınca beni heveslendiren onlarca güzel rota çıktı ortaya. Hem de öyle böyle değil, söyleşi niteliği taşıyan kitap, kesinlikle "muhteşem ötesi", şiddetle öneririm çünkü, 1.si Halil İnalcık'ı ve dolu dolu geçen hayatına dair bir çok şey öğreniyorsunuz, İngiltere'de Bernard Lewis ya da Churcill ile geçen anılarından tutun da Amerika'da başkan Eisenhower'lı ziyaretlerine kadar, kitapta yok yok...
Örneğin, Viyana'nın bir kısmının Rus işgali altında olduğu dönemde, Rus askerlerden kaçmak için taksi şöförüne şehrin en lüks oteline götür beni deyip de gittiği otelin Rus askerlerin kaldığı otel, otelin olduğu muhitin ise Rus işgali kısmı olması bavulunda sakladığı afişlerden dolayı epey korkulu anlar yaşatır...Anılara bakıyorsunuz anıların kendisi bile tarihe damga vuracak biçimde 2.si, söyleşi içinde müthiş bir tarih akıyor ama nasıl bir tarih, hudutu yok, her şeyden bir miktar ama sıkmadan yormadan keyifle okutuyor 3.sü, İnalcık gittiği yerlerde özellikle sevdiği mekanları öyle bir sıralıyor ki, daha evvel gezdiğim ve yeter dediğim yerlere şimdi Halil İnalcık'ın gözüyle bakıp yeniden gitme isteği yaratıyor. Alın size yepyeni rotalar. Örneğin Viyana'ya geri döneceksin ama seyahate Kahlenberg Tepesi'nden başlayacaksın. Niye ? Çünkü 1683'te Türkler Viyana'yı kuşattığı zaman, Leh-Alman-Habsburg ordularının karargahı olmuş. Aşağıda Türkler muhasar ediyor, tepeden Viyana görünüyor, onlar da Türklere karşı harp planını orada yapıyor. Kilisesi müzesi de vardır. Kahlenberg Tepelerinden Leh süvarileri süratle inerken, Alman orduları top tüfek ateşiyle eşlik ediyor...diye devam ediyor Halil İnalcık, ya da Durham'a varacaksın "Durham, İskoç-İngiliz eski hududu üzerinde, tarihi bir şehir. Orada beni otele çevrilmiş eski bir kale burcunda ağırladılar. O oda seçkin misafirlere verilirmiş, gezginci hakimler geldiğinde orada ağırlanırmış, fakat gece gözlerimi bir açtım kapkara bir burç ...Tavanı yok, belki de baykuşlar var , korktum. Bunu da okuyunca içimden İngiliz vizesine bir kez daha saydırıyorum, zaten son aylarda içimde bir Edinburg hevesi var, sırf İngiliz vizesi ile cebelleşemeyecek olmaktan ötürü ötelenmiş bir hayal şimdilik, ama bir biçimde yine İngiltere'ye gidersem soluğu bu sefer Edinburgh'da alacağım kesin.
Kitabı okurken insan heyecan doluyor, yaşama isteği duyuyor. Koca bir ömre sığan güzel anılar, dolu dolu bir yaşam belli ki şanslı bir adammış. Ve çok da çalışmış tabi, o güzel sayfaları geçip de yazar İnalcık'a "Hocam ne güzel anlatıyorsun, benim de peşinizden oraları dolanasım geldi, öyle isimlerden bahsediyorsunuz ki" derken ben de aklımdan geçen yıl sonunda gittiğim Strazburg'u geçiriyorum. Neden Strazburg Üniversitesine gidip "Annales Okulu"nun doğduğu yeri görmedim niçin Braudel'in Marc Bloc'un oturup yazı yazdığı masayı, çalışmalarını yaptığı odayı ziyaret etmedim (birkaç gün önce onu okuyordum oradan kafama takıldı) diyordum ki Halil İnalcık alıyor sazı eline "bak söylemeden geçemeyeceğim Annales Okulu çok önemlidir benim hayatımda, bizim Barkan(Ömer Lütfü) Braudel'in okulundan Strazburg'dan mezundur, zaten onun da yakın arkadaşı olmuştur. Barkan sayesinde benim hayatıma da girdi bu ekol..." Eh bu kadar olur diyerek gülümsüyorum. Zaten 3 saniye önce neden ziyaret etmedim diye hayıflanmamın üzerine bu da gelince, üniversiteyi bu sene ziyaret etmenin farz olduğuna ikna ediyorum kendimi. Yalnız Fransızlar inatla İngilizce konuşmuyor, adamlarla nasıl anlaşırım bilmem ama bu sefer üniversiteyi ziyaret etmeden dönmek yok, bu arada Marc Bloc ile ilgili bir dipnot vereyim Halil İnalcık'ın söylediğine göre Komünist olduğu için Almanlar tarafından yakalanıp idam edilmiş.
Demek bir daha ne yapmıyormuşuz, öyle yoğun biçimde okumalar varken araya Emine Çaykara'nın "Halil İnalcık"ını almıyormuşuz, yoksa geri kalan her şey iptal, gerçi ben diğerlerine mani olmasın diye geceleri 1er saatle kısıtladım ama içimde sürekli şekilde onu okuma isteği. Bir yandan sınavım geçsin hemen bir köşeye çekilip onu bitireceğim hevesi öbür yandan acaba yolculuk esnasında mı okusam düşüncesi çünkü eminim oralarda çok ama çok işime yarayacak, çünkü üzerimde nasıl bir ilahi faktör varsa, elimdeki kitap sayfasıyla olduğum yer genelde denk düşüyor. Geçen yıl Almanya'dan Fransa'ya geçerken eşime dedim ki "Biliyor musun Avrupa, Almanları neden sevmezmiş, çünkü Alsace Loren'den dolayı" deyip olayı anlatıyordum ki, eşim yol kenarındaki levhayı gösterdi ve ekledi "Alsace - Loren'deyiz" oradan geçeceğimizi bile bilmiyordum halbuki...Ama bana böyle şeyler sürekli olduğundan hiç yadırgamadık gülüp geçtik sadece. Şimdi biliyorum ki kitabı götürürsem kesinlikle böyle bir sürü şey denk gelecek ve gittiğim yerlerde beni yönlendirip farklı noktalara da sürükleyecek ama diğer yandan hemen sınav ertesi bitsin istiyorum. Kısacası siz bu kitabı okuyun, bayılacaksınız. Aslında bir yandan da iyi ki okumuşum diyorum, sınav yaklaşmasın stresi yerini çabuk geçsin de kitabı okuyayım hevesine bıraktı. Ama bu sefer de zaman geçmez oldu.