Uzun süredir İngilizce ile uğraşmış olup, tarihe susamışlığın verdiği hasretle kendimi eski gazetelere atmıştım ki, Lozan Barış Anlaşmasının Yıldönümü münasebetiyle "Zafer Gazetesi"nin 25 Temmuz 1950 tarihli baskısında yayınlanmış bir yazı gördüm. Hem konu şu sıralar oldukça popüler olması münasebetiyle hem de bir tarihçi olarak ilgimi çektiği için derhal okudum. Muhip Dıranas tarafından kaleme alınmış olan bu yazıyı sizin de görmenizi istedim, çünkü yıl 1950, başbakan Adnan Menderes, gazete de hükümet yanlısı bir gazetedir.Tüm bunları bildikten sonra, yazarın Lozan hakkındaki duruşu bana kesinlikle okunmaya değer geldi. Çünkü belki de konu hakkındaki en güzel noktaya o değinmiş. Hele ki Lozan'ın bir hezimet mi başarı mı olduğunu muhalif bir gazete yazarı olmasına rağmen ele alış şekli, belki bugünün pek çok gazeteci ve siyaset adamına da ders verir niteliktedir. Çünkü insanlar siyasi manevra yapmak uğruna tarihi öyle bir çarpıtır hale getirdi ki, bir tarihçi olarak "tarihin bu denli popüler olmasını" iyi bulacakken, ne yazık ki aksine bunu hem bilgi kirliliği hem de akademiye saldırı olarak görmekten kendimi alamıyorum. İnsanların 3-5 ya da (abartarak söylüyorum 100 kitap olsun) kitap okuyup kendini tarihçi sanmalarıyla ilgili ayrıca uzun bir yazı kaleme alacağım, konuyu o noktaya getirmeden Muhip Dıranas'ın 25.07.1950 tarihli yazısına bakalım:
"Dün Lozan Sulh Muahedesi'nin imzalanışının yıl dönümüydü. Lozan Sulh Muahedesi bizim büyük siyasi muvaffakiyetlerimizden biridir. Fakat her şeyden önce bu muvaffakiyetin âmilini, Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasında aramak gerekir. Biz Lozan'da müzakere masasına oturduğumuz zaman Birinci Dünya Harbinin mağlup milletleri arasında düşmanı bilek gücü ile topraklarından atmış tek millet idik. Dünya bize hayrandı. Muhabbet ve saygı duyuyordu. Ve o masada biz "dikte etme" durumdaydık. Gerçekten de o zamanın şartlarına göre siyasi ve askeri bazı mülahazalar dolayısıyla üzerinde daha fazla ısrar edilmesi uygun görülmemiş bir iki nokta haricinde, muahedeyi dikte etmişizdir. Tekrar edelim ki "Lozan" askeri başarı ve zaferimizin politik alandaki devamından veya neticesinden başka bir şey değildir. Fakat tek parti devrinin her iyi ve başarılı hareketi ille şahıslara mâl etme âdeti veya zihniyeti, Lozan Muahedesi'nde de kendini göstermiş ve yalnızca Türk milletinin bir siyasi başarısı sayılması gereken Lozan, bir kahramana rütbe ya da madalya verilir gibi bol keseden şahsa mâl edilip çıkmıştır.Bu işte yani Lozan Muahedesi'nin büyük bir siyasi ve milli muvafakiyet olarak imzalanmasında Sayın İsmet İnönü'nün şahsi hizmet ve gayretlerini inkar etmek katiyen hatırımızdan geçmez. Elbette bu muvaffakiyette O'nun şahsen de bir hissesi vardır. Nitekim İnönü Meydan Muharebelerinde de Garp Cephesi kumandanı olarak O'na en büyük şeref payı ayrılmış ve hatta "İnönü" soyadı ile bu şeref bütün ailesi namına tescil etmiştir. Lozan Muahedesinin uzun müzakereleri sırasında cereyan eden olaylar bütün çıplaklığıyla yarın tarihe mâl edildiğinde görülecektir ki, Lozan'daki başarı yalnızca şu ya da bu şahsın siyasi başarı ve zekası değil, olsa olsa, o günlerin mihrakını Atatürk'te bulan, çok güçlü siyasi insiyatifinin mahsulüdür. Bizzat ismet İnönü dahi o zamanlar sık sık Atatürk'e çektiği telgraflarda bunu dile getirir. "her dar zamanımda hızır gibi yetişirsin!" Tek parti tek şef devrinde, bu gibi milli muvaffakiyetleri şahıslara mâl etmeyi, zaman ve idare tarzı icabı, tabii bulanlar belki vardır. Ben de tabii bulanlardan değilsem bile, mümkünlüğünü tabii görenlerdenim. Fakat yeni bir devre girdiğimiz, yeni bir zihne adapte olmaya çalıştığımız, daha doğrusu tek parti tek şef sisteminden çıkıp çok partili bir demokrasi rejimine geçtiğimiz, milli hakimiyeti fiilen sağladığımız bir zamanda, artık bu sakim yolu terk etmeli, milli eserleri ve milli muvaffakiyetleri gerçek sahibi olan millete iade etmeliyiz. Aksi halde milletin ve gerçeğin rağmına putlaştırmaya çalıştığımız şahsı da yıpratmış oluruz. Çünkü ne devir o devirdir ne de Lozan tek bir şahsın eseri!"